28 Aralık 2010 Salı

Kod Adı :Hayvan

Hayvan yıllar önce küçük bir kasabada dünyaya gelmiştir. Bu kasabadan daha çocukken ayrılıp şirin bir ilçede öğrenim hayatına başlayıp, yüksek öğrenimi için Karasi Beyliğine göç etmiştir. Burada bulunduğu 5 yıl içerisinde onun ne tür bir hayvan olduğu çözülememiştir. Biyoloji bölüm başkanlığı bu bizi aşar diyerek salmıştır onu şehre. Beyliğe kendisi gibi öğrenim görmeye gelen üç-beş kişi toplanmıştır etrafına. Sürekli merak içinde elinde not defterleri ile incelemeye koyulup ne türden bir yaratık olduğunu araştırmaya koyulmuşlar. Fakat hiç bir hareketi tutarlı olmadığı için onu kategorize etmenin mümkün olmayacağını anlamışlar ve ona genel olarak "Hayvan" demeyi uygun görmüşlerdir. Hayvan bütün olanları gülerek izlerken. Bu talihsiz öğrencilerden bir kaçı bu Hayvan'ı yaşayarak öğrenmeliyiz düşüncesine kapılıp takılmışlardır hayvanın peşine. Hayvan bu durur mu göstermiş bütün numaralarını. İzleyenlerin şaşkınlığı arttıkça Hayvanla yaşamanın ne kadar eğlenceli olabileceğini düşünmüş garip öğrenciler. Daha sonra Hayvan kendini gösterdikçe ondan kaçanlar olur diye saklanmış. Ama bu öğrencilere haksızlıktı neden böyle yapıyordu. Tabi ki hayvan yine anlaşılmaz çözümlenemez bir durum içindeydi. Ama onu gören o üç - beş öğrenci hiç bırakmadı peşini hayvanın çünkü hayvan  gösterdi onlara kalbini yerlerini görenler ağlamaklı bağlandılar ona. Hayvanda bağlandı tabi. Hayvan aslında onlara çok değer verirdi ama göstermezdi. Görenlerde olur du tabi.Görenlere  daha çok gösterebilmek için çaba sarf etti durdu karasi beyliğinde hayvan.

Hayvan durmaya niyetli değildi. Daha büyük şehirlerde kalabalığa karışıp gitmeliydi. Çıktı En büyük şehre burada kendince bir iş buldu çalıştı.Hayvanca çalışıyordu. Benzetme yapmak olmaz tabi. Hayvan takmıştı peşine yüksek tahsil sırasında onu sevenleri. Çalışıyordu bunu da gösterdi onlara. Eksilecek korkusu vardı ama arada ziyaretler ve sürekli telgraflaşmalar onun bağını iyice artırıyordu. Hayvan aşık oluyor bunun için onlarla içiyordu. Hayret vericiydi nasıl olabilir di. Ama olmuştu. Erkan Oğur dinletmekten çevresidekilerden küfürler yedi aylarca. Hayvan vatani görevi için Serhad şehrine vardı. Bir husumet çıkmadan. Görevini layıkıyla yerine getirdi ve tekrar büyük şehirde çalışmaya koyuldu. Büyük şehirde büyük insanların sevgisini kazandı hayvan. Ama sıkılmıştı artık hayvan çalışmaktan. Miskinlik vardı hamurunda belli ki, pes etmek yoktu ama sıvışmak vardı. Büyük şehrin büyük insanları da bırakmadı peşini. Eskiler yeniler derken sevenleri artıyordu hayvanın. Hayvan son derece memnun hepsine yetecek sevgiyle yoluna devam etmek istiyordu. Onları incitmeden basamakları çıkması gerekiyordu hayvanın. Ne yapacaktı hayvan bilmiyordu. Miskinliğe vurdu hayvan bıraktı herşeyi akışına. Yaşıyordu bir öyle bir böyle. Herkes güldü de şu hayvana bir tek hayat gülmedi.

Bülent Ortaçgil - SEN 2010

Hiç eskimeyen şarkılara yenileri eklendi.

 Hiç Canım Yanmaz

Oturmuşum deniz kıyısına / Tam da karşısına / Çakıl taşlarını suya atarım / şimdilerde havalar serin / Sonbahar da giderek yakın / İçimde bir yaz doymuşluğu / Artık hiç canım yanmaz / Çünkü kaptan denize açılmaz / Korktuğu rüzgarlardan mıdır? / Benden midir? / Başka bir şeyden midir? / Konuşmak gelmez içimden / Ya da öf pöf dışarı doğru / Bilirim ki ellerim bağlı / Yaşamak berraklaşır / Bütün yüzler bulanıklaşır / Yer ve zaman savaşları / Artık hiç canım yanmaz / Çünkü kaptan denize açılmaz / Kabuklaşan yaralardan mıdır? / Benden midir? / Başka bir şeyden midir? / O muydu ondan önce? / Sen miydin ondan sonra? / Romanlarım öyküleşir / Hastalıklarımı dinlerim / Gittikçe babama benzerim / Sokaklarım karmaşıklaşır / Artık hiç canım yanmaz / Çünkü kaptan denize açılmaz / Güvensiz tayfalardan mıdır? / Benden midir? / Başka bir şeyden midir? / Tut vira tut / Çek vira çek / Tut vira tut / Haydi yallah.


Denize Doğru

Çözdüm, herşey çok basit / Denize doğru / Üç beş dakika yeter derdimi anlatmaya / Zaten çoğu şey değmez çok konuşmaya / Denize doğru / Düşlerimde bile kaçtım / Denize doğru / Aslında kaçmak değil, sevgiye koşmak / Sessizdiler ama çoktular / Biraz deli, biraz çocuktular / Denize doğru / Kolunu kaptıranlara çare bulunmaz / Yaşam bizden hızlı, beklesen olmaz / Kararımı çoktan verdim / Denize doğru / Gülmez, çünkü hiç bilmez, dertleri ağır / Bütün kapılar çalınır ama bilgeler sağır / Mışlar mişler ne demişler / Burada bulamamışlar / Denize doğru / Gittim, çünkü eskittim kentin sokaklarını / Kimsenin umurunda değil, suratlar soğuk / Ardımda çok şey bırakmadım / Kalanları da almadım / Denize doğru / Adını düşürenlere üzülsen değmez / Sesini kaybedenlerin bir şarkısı olmaz / Kararımı çoktan verdim / Denize doğru


İstediğini Yap

 Eskiden iyi meslekti doktorluk / Bu zamanın modası mühendislik / Sana bir şey söyleyeyim mi? / İyi meslek yoktur / Mesleğini iyi yapan insanlar var / Kerem ile Aslı'nın aşkı birinci / Leyla ile Mecnun'unki ondan sonra / Sana bir şey söyleyeyim mi? / Büyük aşk yoktur / Aşklarını büyütebilen insanlar var / İstediğini yap / Çok geç kalmadan / Daha güç olmadan / İstediğini yap / Her şey bitmeden / Senin yargıların en doğru / Benimkiler en en doğru / Sana bir şey söyleyeyim mi? / Doğru yanlış yoktur / Başka yerlerden bakan insanlar var / İstediğini yap / Çok geç kalmadan / Daha güç olmadan / İstediğini yap / Her şey bitmeden


Sen Sorumlusun

Gökyüzü bir çocuk resmi / Çağla yeşili ve pespembe / Cam buğularının her yerine adını yazdım / Pamuk yumuşaklığında deniz / Güneş sıcaklığında aşkımız / Cam buğularının her yerine adını yazdım / Sokaklara apartman girişlerine / Kapılara, market çıkışlarına yazdım / Ama sen sorumlusun / Duraklara, kaldırım taşlarına / Defterlere, satır başlarına yazdım / Ama sen sorumlusun / Bir avuç yıldız gökyüzünde / Ayışığı da benden hediye / Cam buğularının her yerine adını yazdım / Alabildiğine yaşama sevinci / Verebildiğine kırılgan sevgi / Cam buğularının her yerine adını yazdım / Pencerelere, bütün aynalara / Gazetelerin ilan sayfalarına yazdım / Ama sen sorumlusun / Denizde, kıyıda, bütün kumlara / Rüzgarda uçuşan yapraklara yazdım / Ama sen sorumlusun / Yolda kirlenmiş araba camlarına / Yeni boyanmış beyaz duvarlara yazdım / Ama sen sorumlusun


Acıtır

Nisan denizi gibi acıtır / Hoşgeldin değil, hoşçakal acıtır / Aklında resimler / Hep geri sarıyorsan / Biraz da duygun varsa, acıtır / Güneşe bakmışız gibi acıtır / Tutuşmuş da yanmamışız gibi acıtır / Üstün biraz hafifse / Ve ayaz bindirmişse / Kaçacak yer yoksa, acıtır / Tepemizde bulutlar / Yağmuru unuttular / Kuru toprak gibiysen acıtır / Ay dolunay / Deniz yanıyor / Ben ner'deyim / Ben ner'deyim / Saat çok geç / Belki gece üç / Kimlerleyim / Kimlerleyim / Ben ner'deyim / Öğrenmiş de inanmamışız gibi acıtır / inanmış ama öğrenmemişiz gibi gibi acıtır / Aklın havadaysa / Ve sen yerdeysen /  Bir de fark edersen acıtır / Yudum yudum biriktirmişiz / Biri çarpıp dökmüşsse / Ve artık dolmuyorsa, acıtır / Ay dolunay / Deniz yanıyor / Ben ner'deyim / Ben ner'deyim / Saat çok geç / Belki gece üç / Kimlerleyim / Kimlerleyim / Ben ner'deyim


Adalar

Gittik gittik, denize açıldık / Rüzgarlara bindik taşındık / Shaman'la* süzülürüz bilinmeze / Kaptanımız yaşlı ve usta / Güneş kızgın, tepemizde / Yan yatmışız dostumuz poyraza / Her şeyden uzak / Adalar / İnsanlar gibi / Su altından tutuşmuş elleri
*Shaman: Yıllardır yelken yapılan bir arkadaş teknesinin adı




Telofon

İstediğimde bulurum seni, artık özelin yok / Her an ulaşırım sana, artık özelin yok / Mazeret tanımam, eğer açıksan / Bir cüzdan gibi yanında taşırsan / Sabah akşam fark etmez artık özelin yok / Eskiden telefonlar / sağda solda küçük notlar / 'Bütün gün seni aradım evde yoktun' demeler / Postaneler, kulübeler, bozuk hatlar, jetonlar / 'Hep seni aradım kimse yok' / Çağ başka bir çağ, En gerekli şey sensin / Herkeste kendine özgü, En değerli şey sensin / Aşksız kalırım, ama sensiz kalamam / Unuttuğum an, kimsesizim yapamam / Her şeyimi sana anlattım, tek dostum sensin / Eskiden telefonlar / sağda solda küçük notlar / 'Bütün gün seni aradım evde yoktun' demeler / Postaneler, kulübeler, bozuk hatlar, jetonlar / 'Hep seni aradım kimse yok'


Ayrıntılar

Hep çok şey istedim, beğenilmedim / Sevenler de oldu / Bu kez ben kaçtım / Bir kaç kez aşık oldum / Her şeyi yıkıp geçtim / Daha çok gençtim / Fark etmemişim / Yaşadık ve öğrendik / Herkes başka biçimde / Taşırım hala ayrıntıları içimde / Bir köşem var, adım belli / Sevdiklerim artık yanımda / Bir mirasyedi gibiyim, yatarken bu kumsalda / Ben mutlu, sen umutlu / Beklentiler var, yaş elli / Hayat sürgit değil, sonu başından belli / Yaşadık ve öğrendik / Her şey başka şekilde / Taşırım hala ayrıntıları içimde / Hiçbir şeye inanmadım uğruna ölecek kadar / inanlara imrendim, o zaman yaşamak çok kolay / Yıkılan duvarlar gördüm / Coğrafyanın değiştiğini / Hiç kimse değiştiremedi güçlünün haksızlığını / Yaşadık ve öğrendik / Herkes başka biçimde / Taşırım hala ayrıntıları içimde



Niçin (1969)

Sıcak gün ve güneş işte / İnsanlar oturuyor / Yemyeşil ağaçlar ve çiçek / İnsanlar susuyor / Nazlanma sen, ver ellerini / Hadi yürüyelim açık havada / Beyaz ay ve gece işte / İnsanlar uyuyor / Yollar boş ve sessiz / İnsanlar susuyor / Nazlanma sen, ver ellerini / Hadi yürüyelim açık havada





Sen / Ben


Sen, evet sen / Bir köşede bekliyorken / Ben, çünkü ben / Ayarı bozulmuş tekliyorken / Renkler müşkül durumda / Ressamlar şaşkın / Hiç değişmez bu günlerde / Aşk yorgun düşmüş / Aşk meşgul /Hiç gelmez bu günlerde / Ben, ancak ben / Tüm virgülleri ararken / Sen, zira sen / Noktayı koymuştun zaten / Renkler müşkül durumda / Ressamlar şaşkın / Hiç değişmez bu günlerde / Aşk yorgun düşmüş / Aşk meşgul / Hiç gelmez bu günlerde



Ne desem boş be Miskin bu'dur diyorum. Ne diyeyim ki.

26 Aralık 2010 Pazar

Aslında....

Sanırsın ya ben uzaklardayım,
Sanma işte, yanındayım bir ömür.
Desem de, inanma bana.
Sayma beni bu zalim oyunda,
Ben yokum, oynamıyorum.
Oyun bozan de bana.
Ama yine de yokum ben.
Yalnızlık kaderimdir benim.
Sen, yoksun bu yazgıda.
Çıkar ne olur beni oyundan.
İstemem artık seni düşünmek.
Olmuyor deme bana,
Olur biter gider de.

Sanma ki ben burdayım
Karanlıkta, sindim bir kuytuya
Saklandım senden, herşeyden
Beni bulma ne olur.
Bir kerede yoksay beni.

Bülent Ortaçgil - Denize Doğru (2010)



çözdüm, her şey çok basit
denize doğru
üç beş dakika yeter derdimi anlatmaya
zaten çoğu şey değmez çok konuşmaya
denize doğru

düşlerimde bile kaçtım denize doğru
aslında kaçmak değil
sevgiye koşmak
sessizdiler ama çoktular
biraz deli biraz çocuktular
denize doğru

kolunu kaptıranlara çare bulunmaz
yaşam bizden hızlı, beklesen olmaz
kararımı çoktan verdim
denize doğru

gülmez çünkü hiç bilmez, dertleri ağır
bütün kapılar çalınır ama bilgeler sağır
-mış'lar -miş'ler ne demişler
burada bulamamışlar
denize doğru

gittim, çünkü eskittim kentin sokaklarını
kimsenin umrunda değil, suratlar soğuk
ardımda çok şey bırakmadım
kalanları da almadım
denize doğru

adını düşürenlere üzülsen değmez
sesini kaybedenlerin bir şarkısı olmaz
kararımı çoktan verdim
denize doğru

Bülent Ortaçgil - İstediğini Yap (2010)

24 Aralık 2010 Cuma

Otogar

Şehrin en güzel yeridir otogar
Ve en hüzün verici yeridir.
Bir hoşgeldin kadar sıcak,
Bir hoşcakal  kadar soğuk.

Ayrılıkları sevemem ben.
Hoş gelişleri ayrı bir sıcak bulurum.
Bu şehre ilk geldiğimde,
Bir hoşgeldin diyenim olmadı benim.

Hoşgeldin diyenim olmayışına inatla,
Sevdim bu şehri, belkide.
Bir o kadar kırgın, o kadar buruk.
Ayrılıkları sevmem ben.

Ancak ayrılırken, "hoşça kal " diyen,
İnsanları verdi bu şehir bana.
Dostlarımı, kardeşlerimi gösterdi bana.
Bu şehirde buldum ben mutluluğu.


Arşivden sızıntı ;) 2008

Yıl biter Mim bitmez

2010 yılında mutlu olduğunuz şey nedir? 

Tereddütsüz teskere almam askerliğin bitmesi :)

2010 yılı sizin için nasıl bir yıldı?

Kesinlikle son düzlüğü haricinde hafızamdan silmem gereken bir yıl. ( askerdeydim ne yapayım )

2011 e nasıl girmek istersiniz?

Kafam doğuda olsun ki ilk kafam girsin.

2010 yılında isteyip yapabildikleriniz ve yapamadıklarınız?

Yaptıklarım: Anam şöyle bir baktım da hiç bir şey yapmamışım ya koca bir yıl boyunca.
Yinede hiç bir şey yapmazken arada yaptıklarım oldu tabi. Bloga başlamak mesela. Askerliği aradan çıkardım daha ne olsun ya. Abim evlendi düğünde oynama stresinden kurtuldum. Efesi bıraktım tuborga başladım. Aşkı aradım bulamadım. Daha çok sayarım aslında ama... Sıkıldım.Aaaa dur yaaa Scorpionsa veda ettik konserle.

Yapamadıklarım: Milli piyangoyu tutturamadım bilet almadığım için olduğunu düşünüyorum. Bir ara sigarayı bırakayım dedim vazgeçtim. Go kart a gitmek istedim hep isterim gitmedim sanırım. Gittiysemde hatırlamıyorum (gittik mi ki Aksim). Askerdeyken kaçmak istedim ama kaçamadım o da bitti gitti. Askerdeyken helva çalıp satayım dedim o da yalan oldu. Zayıflamayayım dedim o da olmadı çöp gibi kaldım yine vs. vs.


Bu mim Müge tarafından bana paslandı bende yeni gelen blog arkadaşlarıma paslamak isterim isteyen buyursun yazsın sevgiler saygılar.

düşüstü siyahlar eka
drukiyyes

Haydi miskin selam eder hepinize bu arada zui, pandora,ozan kayra siz zaten müge tarafından mimlenmişsiniz sizi unuttum sanmayın pandomim de mimlenmemiş oda mimli o zaman :D

23 Aralık 2010 Perşembe

Sessizce Zirveye...

Elimde bir fotoğraf makinesi dolanır dururum. O dağ senin bu bağ benim, o yol senin bu yol devletin, ücretli geçiş için sıraya girerim. Önümde onlarca araç peki benim ne işim var bu araçta derim. Hemen bırakır kaçarım. Elimde makine çekerim rezilliği sanki ben rezil değilmişim gibi. 
Maratona katılır koşanları çekerim bende koşarım onlarla. Baktım olmaz herkesi geçer önden bir fotoğraf çekerim kalabalık bana doğru koşarken. Güzel kare olur belki ama sonuç kazanan, ikinci ve üçüncü madalyalarını alır. Ben yine onları çekerim. Onlar şampanya patlatır ben flash patlarım ardı ardına. 

Hiç kimse de demez ki sen onların önünde koştun durdun yazık ettin kendine al bu da sana bizden hediye diye. Yok hediyesinde değilim olayın Kadir kıymet bilmez bu insanlar anlatmak istediğim o. 


Yine bir gün çıkmışım ulaşılmaz denilen o zirveye ve kurmuşum kampımı sıcak çayımı içerken bir kaç nokta beliriyor. Belli ki dağcılar tırmanıyorlar. İki günün ardından bir kanca geldi çadırım üstüne yardı geçti çadırımı sonrasında kayaya takıldı. Sessizce bekleyişe koyuldum. Uzun süren saatlerin sonunda biri çıktı. Beni ve çadırımı fark etmedi galiba sevinç çığlıkları atarak " kazandım " diye bağırıyordu. Bir tırmanma yarışı olmalıydı ne kazandı acaba merak ettim sokuldum yanına tebrik ettim. Sarıldı bana zıplayarak kutluyorduk. Neyi kutladığımızı bilmeden zıpladım bende. Çayım da döküldü, elimden hiç bırakmam şu bardağı ah ne büyük keyifti. Döktü hepsini budala. Sonrasında fark etti galiba beni. Şaşırdı sen de kimsin ne işin var burada gibi gereksiz sorular ve sıkıcı tek kelimelik cevaplar. Tırmanış sona erdi grup tamamlandı ve kazanan o budala idi. Ben sadece onun fotoğrafını çektim. Sıra inişe geldi çadırımı mahvettikleri için mecbur bende onlarla inmek durumda kaldım. Ben sadece fotoğraf çekiyordum ve onların gözünde sadece bir fotoğrafcıydım. Tırmanışı tamamlayanlar çok sevinçlilerdi bende artık dayanamadım sordum" Neden bu kadar seviniyorsunuz. " diye. Hep bir ağızdan " bu zirveye ulaşan ilk biz olduk bu büyük bir olay herkes bizi konuşacak " dediler. Hepsinin ahmak olduğunu bu cevapla onayladım hiçbir soru işareti kalmadı kafamda. İniş tamamlandığında onlara ilk çıkanın fotoğrafını hediye ettim. Sonra bir daha haber almadım, almakta istemiyordum aslında. 

Keyfimi kaçırdılar gene bak. Miskinin seyir defterinde bir daha çay dökülmemeli bu olay çok keyifsiz. Kendime yeni bir yer bulmalıyım yeni yerler keşfetmeliyim. 

22 Aralık 2010 Çarşamba

Yaşamak ve Çalışmak

İnsan ne ile yaşar demekten çok insan ne için çalışır; diye sorular vardı bugün kafamın içinde. Aslında cevabı basit. Hayatımızı bir şekilde devam ettirmek için çalışır para kazanır sonra da hayatımızı yaşar ölür gideriz. Bu konuda ilk bakışta sıkıntımız yok. Aslında var ama şuan sorgulamak istediğim o değil.

Çalışmak insana ne katar? Bunun çok fazla cevabı olabilir. Çalışan insan üreten insandır bir kere. Ama yok öyle haybeye üretim de robotların işidir. Çalışmak insana faydalı bilgiler, düşünceler ve güzel duygular katmalı. İnsanı mutlu etmeli. Aksi takdirde robotlaşan bir çalışma hayatı bize hiç bir şey katmadığı gibi alıp götürüyor bizden. Yaşamımızdan, gençliğimizden, eğlencemizden, kültürümüzden hatta benliğimizden eksiltiyor dirhem dirhem.

Aklıma geçenlerde okuduğum bir söz düşüyor.  " Hiç bir iş yapmayan adam boş oturuyor demektir. Fakat... kendi yetenek ve bilgisinden daha aşağıda bir işte çalıştırılan bir adam da onun kadar boş oturuyor demektir." Sokrates söylemiş ne de güzel söylemiş. tam bunu yazarken aklıma başka bir replik daha geliyor.


  • Burada yaşayan en güçlü ve en zeki erkekleri görüyorum. Bu potansiyeli görüyorum ve hepsi heba oluyor. Lanet olsun, bütün bir nesil benzin pompalıyor, garsonluk yapıyor, ya da beyaz yakalı köle olmuş. Reklamlar yüzünden araba ve kıyafet peşinde. Nefret ettiğimiz işlerde çalışıp gereksiz şeyler alıyoruz. Bizler tarihin ortanca çocuklarıyız. Bir amacımız ya da yerimiz yok, ne büyük savaşı yaşadık ne de büyük buhranı. Bizim savaşımız ruhani bir savaş, en büyük buhranımız hayatlarımız.(tyler  durden / fight club)

Yani demem o ki miskin heba etme kendini kasma bu kadar kazananın sen olmayacağı bir işe niye giresin ki. Boş ver hadi her zaman yaptığın gibi. Ama işte güzel insanlar da kazandırıyor ya hani bırakıp gitmek gelmiyor içinden. Madem ki o insanlar o kadar güzel onlar için mekan, zaman, yaptığın iş çokta önemli olmasa gerek nasıl olsa yanındadırlar artık. Onları da alır gidersin gittiğin her yere. 

21 Aralık 2010 Salı

Aaaa! Mahmut Hoca

Şimdi nedir bu Aaa! Mahmut Hoca;

Sevgili blog arkadaşlarım, kardeşlerim, pek kıymetli büyüklerim ve sevgili minikler.
Zuihitsu ve Miskin MİM kelimesinden rahatsız olurlar ve bunun yerinde bu blog kardeşliği içerisinde bilinecek mim anlamı taşıyacak ögeler,kelimeler vs. kurgular ararlar.
Sonuç olarak bulunan şey şudur:

MİM yerine "Aaa! Mahmut Hoca" kullanılsın. Mim yazısını yazan başlığın yanına parantez içinde MİM yerine "Aaa! Mahmut Hoca" yazacak.
Yazı yazıldıktan sonra mimlenediniz ya da bu mim sana gelsin yerine Mahmut hocaya yakalananlar, Tavan arasında sigara içerken Mahmut hocaya enselenenler, okuldan kaçarken Mahmut hocaya yakalananlar vs. tarzında orası artık size kalmış yazımızı paslıyoruz.

Pası alan blog kardeşimiz başlığını atıp yine aynı şekilde başlıkta MİM yerine "Aaa! Mahmut Hoca" diyerek yazısına başlıyor.

Şimdi biz bu şekilde bir oluşum içine girelim diye karar verdik.

Siz sevgili blog kardeşlerimizin öneri ve görüşleri doğrultusunda bu projeyi hayata geçirebiliriz.
Eğer bu konu hakkında farklı görüş ve önerileriniz varsa bunu da muhakkak paylaşalım.
Sizden istediğimiz bu konu hakkında düşünmeniz ve MİM kelimesini kullanmadan nasıl bir iletişim kurarız.
Mahmut Hocaya yakalanmadan şu işi bi halletsek diyorum hee.


20 Aralık 2010 Pazartesi

Benden Adam Olmaz...





kaç zamandır gülmez oldum kendime
aslında uzun zamandır çok gülüncüm
her ne kadar umursamaz görünsemde
bildiğin gibi değil aslında çok kıskancım

sen bana aldırma gülüm
benden adam olmaz
kendime hayrım yoktur
sana hiç olmaz

kaç zamandır hep küskünümdür sana
huysuzlaşır aksileşir kalbini kırarım
her ne kadar kendimden emin görümsemde
bildiğin gibi değil aslında ben bir korkağım

sen bana aldırma gülüm
benden adam olmaz 
kendime hayrım yoktur 
sana hiç olmaz



Aynı ben :) şaka şaka bunun üstüne Zardanadam - Senden adam olmaz dinlemek çok iyi oluyor. Deneyin bak.





Senden adam olmaz adamım sensiz de olmaz.



kaç kez yıkıldın sen, kaç kez yanıldın?
kaç kez yolu şaşırdın sen, kaç kez takıldın?
kaç kız terketti seni, kaç işten atıldın?
kaç tokat, kaç kazık yedin, hala burdasın.

senden adam olmaz adamım, sensiz de olmaz.
boşver sen böyle güzelsin, hiç dokunma olmaz.
son pişmanlık fayda etmez, gelsin bırak !
senden adam olmaz adamım, sensiz de olmaz.

ilktin, baştın, öndeydin, tuş oldun
vardın, tamdın; herşeydin, yokoldun
ne olduysa oldu artık, boşver devam et
en azından kendinsin bak, sensin, burdasın.

senden adam olmaz adamım, sensiz de olmaz.
boşver sen böyle güzelsin, hiç dokunma olmaz.
son pişmanlık fayda etmez, gelsin bırak !
senden adam olmaz adamım, sensiz de olmaz. 
zardanadamımsın sen benim, iç keyfine bak.




Ohh iyi oldu beee :))

19 Aralık 2010 Pazar

Arayış

Ön bilgi: Aynadaki Aksim'in Kurgusal başlığı altındaki hikayesinde eksik ne vardı? Bunu arıyoruz.

Eleni neden kaçıyor. 56 yaşına gelmiş ama hala kaçıyor muydu? Hayır dostlar. Eleni bir kaçışın tam aksine bir arayış içinde uzaklaşıyor. Doğduğu, büyüdüğü, aşık olduğu belki de öleceği kasabadan. Bir gün aradığı şeyin ne olduğunu anladı babası. Yaşlı adam ona çocukken yaşadığı evi, mahalleyi anlatırken Eleni'nin kafasında oturuyordu bir bir taşlar. Aradığı cevabı bulabilirdi bu çocukluğun içinde.

Peki Eleni ne arıyordu? Eleni aşkını toprağa verdikten sonra mutluluğu arıyordu. Yarım asır bu kasabada bulduğu mutluluk artık ondan çok uzaklardaydı. Babasının anlattığı o yerleri görmesi gerekiyordu. Orada bulabilirdi belki. Hem babasının şehri. Eleni'de buranın bir parçası sayılırdı.

Hemen ilk fırsatta o yöne gidecek olan bir ticaret gemisine atladı. Uzun süren bu yolculuğun ardından Eleni gözlerini açtığında dehşete kapılmış gibiydi. Burası çok büyüktü ve müthiş bir korku sarmıştı içini. Napoli limanına indiğinde gördüğü kalabalık ve büyük gemiler onu daha da korkutmuştu. Bu korku çok fazla sürmedi bir kaç zaman sonra hemen alıştı. Her gün bu limana gelir. Tunus'a, Korsika'ya, Sicilya'ya giden ve oradan gelen feribotlarda bulunan insanları izlerdi. ,

Babasının  büyüdüğü mahalleye yerleşti. Tam 6 yıl oldu buraya taşınalı. Mahallede yerli yabancı bir çok insan yaşıyordu. Fakat hep sevgi vardı yüreklerinde. Belli ki babasının yüreğine de buradan serpilmişti o sevgiler. Ona çocuklar "grek teyze" der. Peşinden hiç ayrılmazlardı. Birlikte limana iner martılarla oynaşırlardı. Çok sevilmişti Eleni. O da sevmişti bu Arnavut kaldırımlı şirin mahalleyi. Mutluluğu bulmuştu sanırım. Evine döndüğü zaman böyle bir günün ardından o dinlediği mükemmel Grek ezgileri mutluluğuna mutluluk katardı her seferinde.

Belki o çocuklardan birisi de Angelino idi kim bilir.


Dipçik Not: Bu hikaye devam eder mimlenirsiniz. Siz devam ettirin diyeceğim ama Aksi herkesleri mimlemiş E o zaman tüm okuyanlara bir mimdir bu. Haydi hikayemiz yarım kalmasın.:)

18 Aralık 2010 Cumartesi

Akılsız Başım

Neden senin bütün cezanı ayaklarım çekiyor. Ahh akılsız başım benim. Artık senin yüzünden koşuşturmaktan, beklemekten, ıslanmaktan yoruldu bu ayaklar. Artık gitmek istemeyecekler senin götürdüğün hiçbir yere. Ama yok onlar senin gibi değil. Ne desen "he" diyecekler. Yazık değil mi onlara.

Ah akılsız başım bir kez olsun güldür şunları diye ağlanıp dururum. Bugün akılsız sıfatı kalkmıştı ortadan sanki sabah bir çift yün çorapla ödüllendirilen dingin ayaklar. Akşama kadar bir  o yana bir bu yana koşturmadı da. Sakince oturdular efkarlı şarkılar duydular. Hiç yorgun değillerdi. Başımda akılsız değildi. Ama bu sefer ayaklarım dingin başım yorgundu.

Yorgundu  sorulardan, sorgulardan. Bitmişti arayışlardan. Kaç zamandır küskündü bu hayata. Bu kez ayaklar aldı götürdü onu. Sabah aldığı o hediyenin bir anlamı olmalıydı. Belki koşuşturmaktan yoruluyordu ama böyle beklediği zaman sıcak yün çorapların içinde hiç bir şey yapmadan. Bir kere buna alışık değildi. İkincisi bu akılsız kafayı seviyordu. Az yok tepmedi onunla. Bu kez akılsız ayakların peşinde takıldı yorgun kafa.

Kendisini boğazın kenarında çay bahçesinde gördü en son. Ayakların canı çıkmıştı yine ama biraz olsun rahatlatmıştı o kafayı onun sevinci de katıldı yün çorapların içine.

Akşam eve gelindiğinde ayaklar şişmiş bir vaziyette attılar kendini içeri. Kafa ise bir rahatlık içinde kuruldu koltuğa. Ayaklar şişmiş ama sevinçli. Kafa dingin ve umutlu.

"Kafa şişer, ayaklar yorgundur. Ayaklar şişer kafa olgundur."

Haydi Miskinim selametle. Zuihitsu'ya teşekkürler.

15 Aralık 2010 Çarşamba

Vaktin Varsa Eğer...

"Biraz vaktin var mı ? Vaktin varsa eğer gel oturalım bir çay içelim. " dedi.

Hemen " Tabiki de " dedim.

Gittik güzel bir mekana ısıtıcı yanınca çok sıcak, sönünce de çok soğuk olan bir mekan.  İki kez açıp kapandı ısıtıcı. Başladık konuşmaya. Anlatılacak çok şey vardı belli ki. Ben çayımı sigaramı içerken o anlatıyordu. Anlattıkça göz bebeklerim büyüdü ve tüm dikkatimi ona verdim. Durmadan gülümsüyordu ve susmuyordu. Bu durumdan rahatsız değildim pek tabi ki. Çaylar tazeleniyor sigaralar yeniden yanıyor. Zaman geçmesin istesek de akıp gidiyordu. Gözlerim parıldıyordu bunu hissedebiliyordum.

Isıtıcı çoktan sönmüş ama üşümüyoruz. Çay sıcak hala, içtikçe çoğalıyor mu ne? Tüm sıcaklığını havaya aksetmişti karşımda oturan. Üşümedik bu kadar sıcak olamazdı. Ama üşümedik.

Kalkma vakit gelmişti. Hesabı da ödedi. Sıcak bir gülümse ve muhteşem bir saygı ile aramızdan ayrıldı. Ama "şimdilik" dedi. "Sonra tekrar görüşeceğiz elbet" diyerek gecenin içerisinde ilerledi.

Sorularım vardı ona ama. Hepsi içimde kaldı diyemem. Soruları sormama gerek bırakmadı. Sakince cevapladı her birini aslında.Mutlu etti beni. Yetmez miydi?

Ne zaman ona karşı inancım zayıflasa çıkıyor işte karşıma. Bugün de farklı iki bedende karşımda çay içiyordu. Bu AŞK olmalıydı seyrettim onu tek kelime etmeden. Mutlu etti beni. Yetmez miydi?

11 Aralık 2010 Cumartesi

Perde

Kaç perdeden ibaretti hayatımız? Neresinde duruyoruz bu perdenin? Önünde miyiz? Arkasında mı kaldık yoksa? 
Ne kadar sürer bu oyun? Daha çok mu sürecekti. Ne zaman biter? Bu paranoya devam ederse kaç bin soru sorabilirim?

Yetmez hiç bir zaman cevaplar. Her cevap yeni sorunun annesi olur. Perdeler kapanır perdeler açılır. Her seferinde farklı oyunlar sergilenir hayata dair. Eğlenceli, komik, duygusal, dramatik oyunlar. Aşk oyunları. Her biri sergilenir perdenin önünde. Ağlatır, güldürür, eğlendirir ve düşündürür. Mutlak sonuç yoktur. O sonuç bizde saklıdır her zaman. Mutlak sonuca biz ulaşırız perdenin arkasında. 

Gizlendiğimiz perdelerin ardında bulduğumuz sonuçlar bize gerçekleri mi gösterir. Yoksa sadece bir oyundan ibaret olduğunu mu hayatın. Anlamak işimize gelmez. Yaşamak varken, yaşamı anlamak için neden boşa caba harcasın insanlar. Oyun oynanır perde kapanır. Bu kadar basit.

Çözemediğim en basit problem bu olsa gerek. Yoksa anlarım matematikten falan ama çözemem bu denklemi. Çıkmazlarda bırakır hep beni. Yanlış bile olsa bir sonuç bile bulamam. Yanlışa götürecek yola girmediğim için mi? Bir yol bulamadığım için mi? Denklemler büyür beynimde. Çözemem kendimi düğümler karmaşık bir hal alır.

 Çözemem kendimi. En sağlam düğümlerin basit olduğunu bildiğim halde.

8 Aralık 2010 Çarşamba

Sucuk

Sevmezdin hiç sucuğu falan.
Sabah kahvaltısında önüme koyarın,
Bana hep sucuklu yumurta yapardın.
Sucuklarını, bana bırakırdın.

Ekmeği banarken yumurtaya,
Üç şeker atarken çaya,
Gözlerin dönüşürdü aya.
Ben, bakakalırıdım sana.

Sucuk bana,
Yumurta sana ,
Aynı sahanda.





6 Aralık 2010 Pazartesi

Şehrin Yangını

Ne yağmurlar, ne seller biriktirdi bu baraj gerisinde. Bulutlara sesledi çoğu zaman " gelin dökün bana içinizi". Sellere meydan okudu. Sakinleştirdi dağları tepeleri yırtan azgın suları. Hep ona güvendi Şehir. 

"Nasıl olsa o bizi korur bu sellerden" dedi çoğu zaman. Aldırış etmedi yağan yağmura üzerindeki kara bulutlara. Devam etti acımasız yaşamına kimilerini güldürdü çoğunu da ağlattı bu şehir. Küstürdü bütün yağmur yüklenen bulutları. Barajın samimiliğine güvendi bu kez bulutlar. Her seferinde Şehirden kaçıp gittiler ona ve onun arkasındaki birikimde huzur buldular. Bıraktılar içinden geçenleri. 

Şehir küstürdü yağmurları. Kızgınlığına derman olan yağmurlar yoktu artık onun için. Şehir ağladı bu kez. Dinmek bilmeyen kızgınlığı ile tutuştu Şehir. Yanıyordu cayır cayır. Çareyi o arkasındaki barajda aradı tekrar. 

Ardında o kadar deli çayları biriktiren baraj tekrar koştu yardıma. Direnmeyi bıraktı sulara teslim etti ruhunu o dostum dediği yağmurlara. Şehrin üzerine doğru gitti baraj ve bütün biriktiği yağmurlar ile. 

O azgın sel suları vardı Şehre. Şehrin yangınını dindirmeye. Yangın bitti ama o küskün bulutların burukluğu geçmemişti hala. Tekrar buluştular Şehirle. Bu sefer bırakmadılar Şehri. O azgın sel sularına katıp alıp götürdüler Şehride yanlarında. Şehri vurdular kayalara vurdular ovalara ve en sonunda kavuştular engin denizlere Şehir ile birlikte. 


5 Aralık 2010 Pazar

Ah şu havalar...

Dengesizlik diz boyu. Dün neydik bugün ne olduk. Dün hafif bir lodos ve beraberinde ılıman bir hava. Bugün poyrazın getirdiği ayaz. Ayazda kalmış bir yürek. Hepsinin ortasında kalan da ben.

Dün de eksikti, bugün yine eksik. Hava bu kadar değişirken. Benim havamda bir değişiklik yine yok. Eksik bir şey var havada. Arıyorum umarsızca. Kalkıyorum oturduğum yerden. Çıkıyorum dışarı aramaya devam ediyorum. İniyorum rıhtıma. Çıkıyorum modaya. Arıyorum.

Herkesin havasında bir değişiklik var düne göre. Kimisi beresini takmış kafasına. Kimisi de takmış sevgilisini koluna. Bir şekilde ısıtıyorlar üşüyen bedenleri. Ben yine kendi havamdayım.

Sıcak ?
Hayır
Soğuk ?
Hayır

Hiç biri değil eksik bir şey var benim havamda. Deniz kokusu geliyor burnuma. Buldum diyorum koşuyorum kıyaya. Deniz kokusu mu martıların çığlıkları mı eksikti havamda. Yok yok bunlarda tamam. Devam ediyorum aramaya " Bulsam " diyorum. Düşündükçe " Bulsam, hemen tamamlarım. O zaman mutlu bir şekilde evime dönebilirim. " diyorum.

Oturuyorum soğuğa aldırış etmeden bir çay bahçesine. Çayım geliyor. Derken kulaklığımdan fısıldıyor Ezginin günlüğü. Eksik bir şey mi var. Çayım sigaram her şeyim tamam. " Eksik bir şey var" diyorum.

Sonunda buluyorum. Bulmuş olmanın verdiği tebessüm yüzüme yansıyor. Sevgilin kokusu eksik gelmiyor burnuma. Havamda aşkın eksiliğin buluyorum. "Sorun belliyse çözümde vardır elbet." diyorum ve tekrar aramaya başlıyorum. O sırada tekrar fısıldıyor kulaklığımdan Ezginin günlüğü." Aşkı arama çıkagelir gecelerin peşine takılır". Söz dinlemeyen bir çocuk olsam da. Vazgeçiyorum aramaktan. Geceleri bekliyorum artık. Peşinde neyi getirecek bana ya da neleri götürecek benden.

Neyleyeyim sevgilin kokusunu bana getirmeyen havayı ister sıcak olsun ister buz kessin.

3 Aralık 2010 Cuma

Elbet Büyürsün Sende..

Tabi ki. Sen de büyürsün bir gün sadece anıları kalır çocukluğunun. 


Aynadaki Aksim bana sormuş: “Çocukluğunuzdan bu yana sizinle beraber olan, sizden bıkmayan ve sizin vazgeçemediğiniz huylarınız nelerdir?” 


Bir çocuğun bu soruyu cevap vermesi hayli zor. Ben de epey zorlanıyorum açıkcası. Vazgeçemediğimiz huylarımız? Çocukluğumdan vazgeçmiş değilim ki. Ne kadar zaman geçerse geçsin vazgeçecek gibi de değilim.
Hayat ne kadar zorlukları önüme sunsa da hayat. Bana sorumluluklar yüklese de bu çocuğu kaybetmeye gücü yetmez. Belki yorulur bu çocuk, belki de küser hayata ama vazgeçmez hiç bir zaman çocuk olmaktan. 


İşte ben çocukluğumu getirdim o zamandan. Dün çocuktum, bugün büyüdüm yine çocuğum, yarın yaşlanırım o zaman yine çocuk kalacağım. Bedenim vazgeçebilir ondan ama ruhum asla. 


Elbette. Büyürüm ben de çocukluğum da kalır benle.





2 Aralık 2010 Perşembe

Hikayeler Anlatıldı

Hikayeler anlatıldı. Aşk, meşk, mutluluk üstüne. Ben neyi anlatayım daha size dostlarım. Yetmedi mi anlatılanlar. Özetmi geçeyim? Ne yapayım ? Bilemedim ki.
Şu hiç gereği olmayan girişten sonra. Asıl konuya gelelim.Sevgili Zuihitsu beni bir konu hakkında mimlemiş. Aldım pasın. Karşı tribünler önünde sol taç çizgisine yakın bir noktada yakaladım topu. Önümdeki boş alanı kullanıp orta çizgisine kadar indim. Kafamı kaldırıp pasa atacak arkadaş aradım. Baktım kimse yok. Ben tek siz hepiniz madem. Ben vurdum topu dışarı. Hemen sakatlanmış numarası yaptım ve sağlık görevlilerini çağırttım. Oh sedyede geldi yata yata çıktım oyundan. Şimdi kulübede kitap okuyayım biraz. Maçın pek tadı yok. Kitap kurdu falan değilim ki ben ne diye kitap okuyorum şimdi. Dur şu arkada tribünde sarışın bir hatun vardı onu keseyim.

Bu hikayede burada bitti. Şimdi uyuma zamanı bende uslu bir çocuk olursam gargamel olabilirim değil mi. E madem ki uslu çocuk olunca şirinleri göreceğim o zaman gargamel en uslu çocuğumuz olmalı bence. Her allahın günü şirin kovalıyor adam. O kadar uslu yani.

Konuyu bir türlü şu acayip sorulara getiremeyecek gibi dursam da. Geldik geldik Hadi inin geldik diyorum.

Konumuz kitaplar derdimiz cevaplar. Başlayalım o zaman:

Okumama gerek olmayan kitaplar : Şimdi nedir bunlar. Necidir. Tabi ki geçtiğim derslerin kitaplarını bir daha tövbe açıp bakmam. Hemen anında unuturum. Bu durum çokta hoşuma gider. Geçeyim şu dersi de unutayım okuduğum ne varsa diye harıl harıl ders çalışmışlığım bile oldu.

Uzun zamandır okumayı düşündüğüm kitaplar:  Uzun zamandır sadece kitap okumaya başlamak istiyordum. Nihayet bunu başardım. Askerden dönünce ne olduğumu bilemedim dönüş zor oldu. Ama döndük yine buralardayız. Nerede karşıma çıktı ama "Bir kentin morg alfabesi " adında bir kitapla rastlaştım. Nedir falan diye baktım ama şimdi unuttum yine Onu alayım diyorum. Bir de Mevlana (Rubailer) var elimde okusam iyi olacak.

Uzun zamandır aramayıp bulamadığım kitap:  Aramadığım dan dolayı bulamıyor olduğumu düşündüğüm kitaptır kendisi. Ne kadınlar sevdim zaten yoktular.

Şu an üzerinde çalıştığım konu ile ilgili kitaplar: Şu an hiç bir konu üzerinde çalışmıyorum ki. Patoloji laboratuvarında çalışıyorum ama konudan haz etmiyorum. Kitaplarda 1600 sayfalık tıbbi patoloji falan bir de ingilizce. Açıp resimlerine bile bakmıyorum yeminle. Zaten bir konu hakkında çalışsam. Hemen google'a yazar oradan ne kadar kaynak varsa indirir bakarım. Google diye bir şey var. Hay gözünü seveyim.

Her olasılığa karşı elimin altında olsun dediğim kitaplar:  Elektrik , su falan kesilirse ne yapacağım şimdi elimin altına kitap alayım hemen. Olasılıklar ne ki ya her olasılığa karşı deyince aklıma. Elektrik, su ,doğal gaz ya da ne bileyim doğal afetler falan geliyor. Trafik kazası geldi mesela aklıma hemen ilk yardım kitabı olsun dedim. Ama her olasılığı değerlendirmek gerekiyorsa wikipedia iyi bir çözüm olur. Ansiklopedi mi taşıyacağım birde. Ama yinede elimin altına bir Friedrich Nietzsche olsun.Böyle buyurdu zerdüşt olur. Ece homo olur. İnsanca pek insanca olur. Olur ne bileyim. Birde Atilla İlhan'ın şiirleri olsun.

Kitaplığımda öteki kitaplara eşlik etmesi için gerek duyduğum kitaplar: Bütün kitaplar zaten tek başına hayata meydan okurcasına dururken. Onlara acır gibi "aaa sen yalnız kalma .Sana bak mimnoş teyzeden cıvıklıkları alayım yanında dursun da eğlenin" dersem. Onlara saygısızlık olur. Hepsi tek başına da gayet güzel. Yalnızlık değil onların ki. Haa seri halindedir kitap. Oradan biri derki " Abi onu okuduysan şunu da oku daha bir anlayacaksın ne dediği" diye bir çıkış yapar. Hakikaten de öyleyse alınır tabi neden alınmasın. Soruyu cevaplamayı unutmuşum bak bir sürü kalabalık ettim. Vakit zamanında Atilla İlhan bütün şiirleri diye 6 vardı ince ince. Okulda bir tanesini aldım sonra yok dedim bu böyle olmayacak hepsini almıştım. Şimdi de mesela Kafka'nın ne kadar kitabı varsa alayım diyorum. Aslında kitaplar yalnız durmayı beceriyorlar ama hepsi beraberken daha mı güzel oluyor ne ?

Bende beklenmedik ve çılgınca bir ilgi uyandıran, üstelik buna haklı bir gerekçe bulamadığım kitaplar: Bu soruyu pas geçiyorum. Ne yapayım yani. Tamam çılgınca ilgi uyandıran kitap olabilir ama buna gerekçe bulamadığım eklenince işler zorlaştı.

Çok uzun zaman önce okumuş olsam da yeniden okumak isteyeceğim kitaplar: Daha yeni böyle bir durum yaşadım. Hemen üstü kapalı anlatayım. Aksi 4 gün önce bana "Martı Johathan Livingston " hikaye kitabını hediye etti. Sağolsun. Ben de yıllar sonra tekrar okumuş oldum. Hikaye genel olarak hep aklımda olsa da. Tekrar okuyunca tekrardan sevdim. Sonra tekrar yine okurum. Bir Anlayamadığım kitaplar oluyor bazen onları tekrar okuma gereği hissediyorum. Genelde araştırma ve bilgi içeren kitaplar da oluyor bu olay. Bu hikaye kitaplarını tekrar okuyasım geldi benim şimdi martıyı okuyunca. Don Kişot, Bremen Mızıkacıları, Oliver Twist bunları kısa zamanda tekrardan okusam mı diye düşünüyorum. Birde unuuyorum okuduğumu o yüzden sevsem de sevmesem de bazen geri dönmek zorunda kalabiliyorum. O çok iyi olmuyor.

Hep okumuş numarası yaptığım fakat ama artık gerçekten okumanın zamanı geldiği kitaplar: Soruyu tam olarak anlamış değilim. Anladığım kadarıyla özet geçeyim; ilkokulda hoca özet çıkarın diye kitap vermişti bende okumadım o kitabı adını bile hatırlamıyorum. Şimdi okuma zamanı geldi desem nerden bulacağım.O değil de hoca okudun mu diye sorduğunda evet deyip özeti vermem. Sonra da onu kitapla ilgili sorular sorması hiç hoş olmamıştı. Baya bildiğin rezil olmuştum. O yüzden okumadıysam okumamışımdır. Zaten çok ta kitap okuyan biri değilimdir. Bununla övünecek değilim ama durduk yere sallayıp ta sonra rezil olmayı da hiç sevmem.

Görevimi yerine getirmenin verdiği mutluluk ile aranızdan ayrılıyorum.

29 Kasım 2010 Pazartesi

Çözümlü Soru Bankası / Mim

Yeniden mimlendik. Bu kez Pandora mimi usulca bırakıp kaçtı. Bir değil iki değil tam 20 soru ve cevapları benden istenen. İlk bakışta eğlenceli gibi duruyor ama sonucu ne olacak ben de merak ediyorum. Hadi başla bakalım Miskin. 



1-En sevdiğiniz kelime: Ekseri ( Kullanmasam da ekseri severim)  
20-Öldüğünüz zaman cennete giderseniz Allah’ın size ne söylemesini istersiniz? " Neden burdasın biliyor musun? " sorusunu bana sorup kendinin cevap vermesini isterdim.
Güzel oldu. Şimdi sıra siz sevgili İzleyicilerde. ZuihitsuAynadaki Aksim ve Ozan Kayra zaten mimli olduğu için onları es geçip İDEA ve Telekinesis  sizleri mimliyoruz. Hayırlı uğurlu olsun.

27 Kasım 2010 Cumartesi

Saklandık ( Mim )

Cuma günü iteleyeceğim sana mimi dedi Aynadaki Aksim. Ne kolay söyledi, ne de kolay iteledi. Attı yükünü, rahat şimdi belki yolda. Telefonu ne zaman nerde kullanılacağını bilmiyor bu adam. Şu kadar uyuz olmuyorum bu harekete. Çevir sesine yükledim anıları. Ne zaman açsa telefonu kalıyor anılarım ortada. Saklanacak bir yer bulamıyor. Cümlelere saklanıyorlar o zaman, karşılıklı küfürlerde, esprilerde, göz yaşlarında. Ardından kapanıyor telefon. Anılar biraz daha yükünü alıyor, saklanacak yer aramaya devam ediyor.

Saklıyorum anılarımı en derinlere. Zamanı gelince çıkıveriyorlar oldukları yerden, arkadaşlarla çay içerken çay kaşığından el sallıyorlar bana, vapurla eve dönerken tek başına, martının kanadından gülümsüyorlar. Yakalayamadıklarım oluyor bazen. Uçup gidiyorlar martının kadanında özgürlüğe doğru. Anılarımın hepsi saklı, hepsi özgür, hepsi yeni arkadaşlıklara  gebe, çoğalıyorlar durmadan. Martılar da dönüyor geriye.

Fotoğraflara saklanan o kadar çoğu var ki hepsinin içindeki heyecan aynı, aynı o andaki gibi atıyor yürekler onları görünce. Bakarken onlara gözlerde saklanıyor anılar yine dayanamıyor bir göz yaşında dökülüveriyor hepsi tüm ihtişamıyla.

Yakın zamanda gittiğim köyümde çıktılar karşıma çakıl taşlarına gizlenen anılarım bense unutmuştum onları, biraz daha anı bıraktım geldim onlara. Eve geldim odamda çoçukken örtümdüğüm yorgan selamladı beni, gülümsedik birbirimize. 'Ne hayaller kurduk seninle.' dedim ona ama şimdi kuzenimin minik yavrusunu ısıtıyordu. Hayellerimizden ona da ödünç vermesini söyledim yorganıma. Anılarımı sardığım yorganım hala yaşıyordu anılarımla birlikte. Gümüşlükte  'Selimiye Hatırası' yazan bir havlu. Anılarımı ne de çabuk nakşetmişim ona. Görünce anladım onu da, daha bir yıl bile olmadan.

Anılarımı cebimde taşırım kimi zaman bir çakmakla çıkar cebimden, çoğu zamanda bir anahtarın peşine takılıp gelirler. Bir  bilekliğe saklanır kocaman bir dostluk. Bileklik takılır anahtarlara, çıkarır gelir ardı sıra dostu da yanına. Yüreğimde taşırım dostu cebimde ki anılarıyla.

Anılarımı saklarım tüm eşyalarıma, eşyalarımı saklamam anılarımla.


En güzel anlar sizin olsun, En güzel anılarla.


(Bu bir mim yazısı olup Aynadaki Aksim tarafından bana yollanmıştır.Çok geniş bir izleyici kitlem olduğundan dolayı ben kimi mimlesem bilemedim o yüzden bu yazıyı okuyan herkes mimlidir arkadaş bu böyle biline.Yazıyı okuyupta mim görevini yerinde getirenler bunu dikkate almasın. Bir daha aynı konu hakkında yazmak zor olabilir.Sizleri zorlamak istemiyiz.)

(mim konusunu şudur ki;  anılarınızla, anılarınızın değeriyle ve onları yüklediğiniz eşyalarla ilgili bir yazı yazmak.)

24 Kasım 2010 Çarşamba

Nunuş Amca

Güzel haberler var Miskin heyyy hadi kalk. NE mi oldu, Ne olacak yeğenim kız olacakmış bugün belli oldu.
Hani saçını kestirirsin de herkes ooo süper olmuş hacı derde sende hakketen mi diye böyle aynaya bakar da mutlu olursun ya. İşte bu mutluluk benimkinin yanında halt etmiş. Saçını kestirince insanlar değişikliği fark eder ve bu değişiklik hoşlarına gider ya da çoğunun gitmez ama bozuntuya vermez güzel olmuş falan der sende gaza gelirsin. Lüzumsuz bir takım hareketler. Sanki 3 santim saç gidince Brad Pitt oldun la yine aynı malsın işte ne farkı var.Gerildik burada bitsin yeter.
Derken tarif etmeye gerek duymadığım ama tarif etmeye kalksam da baya zorlanacağım bir mutluluk bu, yeğenim olacak Miskin. Böyle 2-3 kilo bir şey pembeler içinde "ıngaaaa, ıngaaaa" diye ortalığı inletecek. Büyümeye başlayacak. Yaşını doldurup ilk anne mi baba mı diyecek diye heyecan yaparken o " nunuş " diyecek. Tabi bende ee amcasının yeğeni ne olacak diye gerineceğim. Sonra da "dedde" diye bir ses, ilk dedde dedi ya!. Meğer ben kendim "nunuş" demişim de  çocuk dedi diye gereksiz sevinç çığlıkları atmışım. Önemli değil biraz daha bekleyeyim o zaman der nasıl olsa. Büyüdükçe daha da güzelleşen kızımız ilk okula gideceğini " Nunuş amca ben şeneye okula gidijem" diyerek bu mutluluğunu bizimle paylaşırken bende " Büyümüşte okula mı gidiyormuş çirkin" diye ona hediyelerimi vereceğim. Sonra büyümüş ya miskin bak okula gidiyor sen hala aynı tas aynı hamam yaşlanıyorsun oğlum böyle nereye kadar diyerek okları kendime çevirip ahh çekip devam edeceğim galiba.
Büyüdükçe dertler de büyüyecek artık hediyeler yetmez olacak yanına nasihat eklenecek her hediyenin azaltılacak bütün dertler, yok edeceğiz birlikte dertlerini birer birer. O mutlu bir kız çocuğu olacak hep ben aynı Miskin. Sonra miskin de mutlu olacak kız çocuğunun mutluluğunu kendi mutluluğundan daha fazla yaşayarak Mutlu bir Miskin olacak.

Kontrol Kalemi

Gecenin bir vakti kraker ile birlikte çayımı yudumlarken bir nesne ya da ne bileyim bir şeyler üzerinden bir dörtlük yazayım da kendime geleyim havasına girdim birden. Yaklaşık yarım saatlik düşünce maratonunun sonunda aklıma gele gele kontrol kalemi geldi. Gecenin bir vakti kontrol kaleminin bilincimin altlarından bir yerlerinden çıkması beni hayal kırıklığına uğrattı açıkcası. Benden en sonunda çareyi msn de kim var bakayımda ona sorayım ordan yola çıkayım dedim. Hemen hali hazırda açık bir pencere buldum hemen daldım içeri. Bizim Gülden'in penceresi pat diye daldım konuya hacı hemen bana bir nesne, cisim bir şey söyle dedim. Sağolsun ne olacak ki diye sormadan "Bardak" dedi. Sormadım ama muhtemelen masasında bir bardak duruyordu ve gözüne o çarptı ve hemen söyledi. Bende yazdım tabi;


Verse I; Doldur

boş bardaklara doldurduk aşkımızı
en güzel kadehlerde sunduk sevgiliye
içtikçe aşkımızdan gözleri parıldadı
ve sonunda
biten aşklar, parıldayan gözler
boş bardaklar kaldı bize


Verse II; Boşalt

nefretimiz taşırdı bardakları
sunduk kendimize
yakarak geçti boğazımızı
bitirdik nefreti de
yanan yüreğimiz ile


23 Kasım 2010 Salı

Cevap Verdiğin Anda Gelen Diğer Soru

Malum bayramdı seyrandı akraba ziyareti derken birçok kişiyle oturduk konuşmaya çalıştık. Ama sıkıntı şurda ununu eleyip eleği asan taraf soruları sorar sende cevaplarsın. Senin ona sorabileceğin bir kaç soru vardır onlarında cevabı bellidir zaten ama nezaketen sorarsın cevabını alır iyi niyetlerini bildiren bir temenni cümlesi kurarsın orada biter. Ya onun soruları hiç biter mi? Konuşmaya başladığın ilk andan itibaren sürekli meraklı şekilde ardı ardına sorular yöneltir hiç bıkmaz 2 yaşında senin adın ne ile başlayan sorular nerede biter bilinmez.

Bu bayramda olaylar bu şekilde gelişti tabi ki bu seferki başlangıç sorumuz "Eeeeee askerlikte bitti işinde devam ediyor ne zaman evleniyorsun?" ya da hiç uzatmadan " Sen ne zaman evleneceksin bakalım?" verdiğin cevap ne olursa olsun ardından gelen soru daha zor olacak bunu biliyorsun fakat cevap vermeme ihtimalin yok. Zira bir kaç kere "Şimdi zamanı değil beni boş verin siz ne yaptınız" diyerek konuyu saptırmaya çalışmam bile onlar için yeterli cevap oldu " Anlaşılan evlenmeye daha niyetin yok" denilince rahatladım sanırsam daha fazla uzamaz bizde kalkar gideriz derken, " Olum neden evlenmiyorsun" ısrarcı bir ses tonu ile geliyor yine başa dönülüyor. " Yahu evlenmem mi dedim sadece daha zamanı var dedim" diye bir çıkış da faydasız kalıyor. Sonunda tamam yarı evlenirim bende diyerek alaycı bir tavırla sorular cevaplanmaya başlanınca rahatlıyor insan.

Bir başka çıkış yolu ise kesin cevaplar vermek bu taktik ile 3 ya da 4 soru cevapladıktan sonra konu kapanıyor, şayet hala uzatmaya çalışan varsa diğer sorulara " Nasip" " Bakarız" cevapları yeterli olacaktır.
Örneğin;
- ne zaman evleniyorsun
-yaza inşallah
-hımm kimmiş neymiş neciymiş kızımız
-(hayali bir profil anlatılır)
- hadi bakalım hayırlısı
-hayırlısı olsun dedik bizde
konu kapanır havalarda iyi gidiyor muhabbetine dönülür.


Tabi bu bütün taktiksel cevapları ciddiye alan ve her muhabbete yanınızda bulunan insanlarda size ilginç sorular sorar o kadarı da normal artık kafaları karıştı tabi bırakın da sorsunlar.

16 Kasım 2010 Salı

Hayata Dair - Geleneksel Trakya Zirvesi II

Birincisi bu blogun oluşumunu sağlayan, miskin için önemli bir zirvedir. Bu sefer zirvede 3 kişiydik Aynadaki Aksim, Aydın ve ben ter yine Edirne tabi ki. Cuma akşamı Aydın ile birlikte iş çıkışı nişantaşında onestop cafe de  bir kaç çay içtikten sonra koşar adım taksimden servise yetiştik. Pekte uzun sayılmayan bir yol hikayesinin ardından hatta hiç bir özelliği olmayan yol hikayesinin sonu Edirne ye vardı. Edirne de tekrar servise bindik ve durağın adı cami durağı olsa gerek meyveli bir heykel var işte orada indikten sonra ev sahibi arandı ortalıkta olmadığı ve karnımızın aç olduğu için hemen börekçiye oturduk böreğimizi yedikten sonra eve doğru harekete geçtik. Doğal olarak tekel bayiine uğrandı eve varıldı. Evde bizi karşılayan yaramaz bir kedi adı Esrik kendisi sevimli mi sevimli bir kedicik. Biraz oyundan sonra odanın kapısını çekip muhabbet koyulaşıyor kahkahalar artıyor sesler yükseliyor suskunluk kalmıyor. Zirvede susmak olmaz. Gecenin ilerleyen saatlerinde aldığımız nevale tükeniyor ama bizde amaç dağıtmak olunca sabah gün ağarmaya yakın yollara düşülüp tekel arınıyor.Yakıt ikmalini bir tekelden yapıp eve dönüyoruz.Ev sahibi içtiği onca şaraba rağmen miskin saat 06:20 bunu bloga yazmazsan görüşürüz gibisinden söylemlerde bulunuyor.Saat bu kadar olduysa ortada tüketilecek bir şey kalmamış olmalı aydın ufaktan inzivaya çekilirken mutfak balkonunda Gecenin Zirvesindeki Serat görünüyor ve hemen koşar adım yatağa yatılıp uyunuyor zira zirvede ve başı dönüyor, uyumak istiyor ama uyuyamıyor bilirsiniz. işte.Saat 3 civarı gözler tekrar açılıyor.Anlaşılan misafirlik bitti aydın ve ben mutfağa dalıp bütün light ekmeği tost yapıp yanında bir çay koyup kahvaltımızı yaparken ev sahibi hala uyumakta. Kahvaltının ardından televizyonu açıp vakit geçirmeye çalışırken Serat uyanıyor mutfağa gidip ekmek sepetini açtığında hayal kırıklığına uğruyor ve ekliyor " ağa aşağıda marketten alaydınız bi ekmek be ya, zor bulunuyor bu ekmek biliyorsun", biz tabi ki karnımızın tok olmasının bize verdiği haz ile birlikte ses etmeden kıs kıs gülüp suçu birbirimizin üstüne atıyoruz Aydın ile. Güne geç başlıyoruz ve hava karardıktan sonra dışarı çıkıp Pena bara gidip başlıyoruz geceye saatler ilerledikçe eğlence artıyor tekilaların sayısı bilinmiyor zirvenin bu akşamki konuğu Aydın'mıydı yoksa.Akşam saatlerinde Serat'ın liseden bir arkadaşı muhabbete ortak oluyor hız kesmeden devam ediliyor eğlenceye. Canlı müzik ve eğlence aranıyor penadan ayrılıp Ghetto bara gidilip canlı müzik bekleniyor jazz var diye kandılırdığımız grup çıkmadan evvel enstüramanların eksik olmasıyla ortaya çıkıyor ama " aga saksafon yok be ya " sorusuna " e ağa yanında taşır be kızan " cevabı alınınca üstelenmiyor. Nitekim çıkan arkadaşların jazzı bırak müzikle çok yakın olmadıkları ilk 6 saniyede belli ediyor içkiler içiliyor hemen sigara içiliyor ardından ve 2. şarkının ardından koşar adım uzaklaşılıyor mekandan. Liseden arkadaşı otobüse bindirip evine gönderdikten sonra geri dönülüyor ortamlara fasıllar eğlenceli ve çekici geliyor ve o meyhaneden gelen ses bir yerlerde Adnan Şenses mi var ne oluyoruz dedirtiyor.Hemen karşı banka oturulup keyifle şarkılar dinleniyor alkış tutuluyor ve yine uzaklaşıyor mekandan derken geceye final gerekiyor dediğimiz anda. Tekelin önünde kararlar verildikten sonra alınan erzak doğru meriç kıyısına taşınıyor. Final nehrin suskunluğu ile yapılsın o asil, sakin içinde neler var bilemediğimiz bir nehir akıp gidiyor. Aydın zirveye ulaşmış çoktan sebep olarak Erkan Oğur gösteriyor. Biz Serhat ile hala dipteydik ama ve zirvedeki Aydına dediğimiz şey ortaktı "bizim taşıdığımız kalbin bu dünyada kimse için bizim için bile bir önemi yok, al çıkar ve at şu nehre, ne nehrin umurunda olur, nede bizim". Benim hala düşündüğüm bir soru daha geliyor "hadi ben hayatın sillesini yedim de böyle oldum sana ne oluyor". Bunun cevabını bir ara tartışacağız miskin şimdi zamanı değil. Aydın zirveden alınıp eve götürülüyor gece soğuk haliyle. Eve varılınca aydın gömülüyor yorganlara Serhat bloglara bense içkiye.Sakin ve sessizce uyunuyor gece sonunda. Ama ben hala zirveye ulaşamadım sıra bende olmalı ki sabah kahvaltıda başlıyor kahvaltı dediysek öğleden sonra üç gibi falan. Başladık bir pazar günü Edirne önce temizlik sonra dışarıya çıktık ve Aydın 2 gün sonunda gündüz gözüyle Edirneyi gördüğüne seviniyordu.  Edirne ye geldim de ciger yemedim dememek için Aydın'a ciğer ısmarlandıktan sonra tekrar başlıyor zirve yolculuğu oturduğumuz masada arkadaki iki kız kesilemiyor karşıda Serhat oturduğu için ama o ikiliye öyle bir üçüncü katılıyor ki beni benden almasa da alkol alım hızını artıracak bir güzel. Hız limitlerde tekilalar biralar yarım saatlik dilimde havada uçuşuyor.Otobüs kaçıyor ben uçmaya yakınım ama İstanbul'a koşarak ta gelebilirim sorun yok yani. Serhat'ın yerinde adımları ile otobüse yetişiyoruz acele bir veda ve geride kalan Edirne. Kıza ne oldu diyecek olursanız hiç merak etmeyin kendisi iyi en son arkadaşları ile birlikte yürürken gördük gayet iyiydi merak edilecek bir durum yok.Beni de bıraktıkları yerdeyim promil düşse de kafa aynı hep.

 Miskin yoruldum hadi selametle...

8 Kasım 2010 Pazartesi

Normal

       Son bir kaç zamandır yani yaklaşık bir aydır pekte bana göre normal olmayan hareketler içerisinde olduğumu söyleyen bir takım çevrem var miskin. Yahu evet bana göre pekte normal sayılmaz bu hareketler kabulümdür ama şimdi son 1-2 haftadır gayet eski miskin geri geldi normal yani ya aslında hep burdaydı ama dışarı yansıması farklı oldu o yüzden çevre algıda sorun yaşadı ne oluyoruz ne yapıyor bu adam dedi.
        Peki şimdi ne oldu eve gelirken birasını alan akşam oturup çereziyle birlikte birasını yudumlarken bir yandan da sigarasını yakan bu depresif adam onları rahatsız etti. Depresif dediysem onlara göre depresif, bana göre realist ama kimseye göre normal değil.
       Normal nedir ki ? Bunu sorgular oldum ama bulmuş değilim hala. Evde oturup her akşam televizyon izlemek normal ama her akşam biranı içip dışarı çıkıp insanların koşuşturmasını izlemek kimisinin mutluluğunu, kimisinin hüznünü, kiminin telaşını izlemek normal değil. Fatmagül'e üzülmek normal de tek başına rıhtımda oturmuş sigarasını içen ve uzaklara dalan adama üzülmek normal değil. Öyle mi ?
        Eğer öyleyse sevgili çevre halkı size üzücü bir haberim olacak. Sizin normaliniz anormalken nasıl oluyorda benden normal olmamı bekliyorsunuz. Hepiniz sevdiğiniz bir şeyi yapmaya cesaret edip de onu denemekten korkup evde oturup kendinizi kandırıyorsunuz.En basitinden canınız waffle çektiğinde kalkıp gidemiyorsunuz olduğunuz yerden.Sonra ben sadece bir çay içmek için kilometrelerce yol gidince anormal oluyorum. Şimdi benim bunu anlamam mümkün mü ?
       Belki hiçbir zaman sizin gibi mutluluktan delirmeyeceğim bunu biliyorum ama deliliğimle de mutlu olabileceğim. Siz rahat olun.
      Bülent Ortaçgil'e bir kulak verelim o zaman; Biri anlatsın hemen nedir bu NORMAL.

3 Kasım 2010 Çarşamba

Labirent miyim neyim ?

Bir labirente benzettim geçen gün kendimi, aslında labirente değil tam olarak sadece o labirenti yapan bendim ve ortasında kendimi görüyordum. Yani labirent olan ben değilim sadece labirent benim eserim. Sonra gözümde bir kale etrafı geniş ve içinde timsahların olduğu bir kale canlandı birden. İkisi birbirine benzer gibiydi ama benim savaşla ne işim olabilirdi ki.

Ama kaleler savunma amacıyla yapılıyor ben aynı amaç için bir labirent yapmışım meğer ama bunun farkında değilim sanırsam. Aklı ve duyguları yeten herkes bana ulaşabiliyor diğerleri hep dışarıda kalıyor bazen de ben çıkıyorum. Gizlice kaldırıyorum labirenti ve dalıyorum insanların arasına umursızca. Ne zaman bir tehlike sezersem hemen dönüyorum geriye ya da korkuyorum çoğu zaman hemen çekiliyorum rahat bir nefes alıyorum.

Hayatım savunma üzerine kurulu yani hiç bir atak yok gelişen ataklarda zayıf verimsiz kendimi kandırmaktan başka bir şey değil. Yani hep ortada hiç kazanan yok nereye kadar böyle bilemem. Bildiğim bir şey var ama korkularım ona izin vermiyor yine ortada kalıyorum. Hayat ve insanlarla verdiğim savaş ortada yani, hiç kaybetmeden yani hiç kazanamadan boş geçiyor yıllar. Artık savaşma zamanı diyorum bahis oynayacak olsam tüm varlığımı hayat üzerine yatıracağım bir savaşa girme zamanı geldi de geçiyor. Kaybetmenin de bir kazanç sağlayacağını görme vakti Samuel Beckett'ın da dediği gibi "hep denedin hep yanıldın, gene dene gene yanıl, daha iyi yanıl"  ama olsun en azından savaşmanın zevkini almak ve yenilsen de bir şeyler öğrenmek varken ne diye bu korku, ne diye bu kaleler ve ne diye bu umarsız labirent.


Ne diye bu miskinlik hadi kalk savaşa hazırlan ama yenileceğim diye de mitrilini giymemezlik yapma. Ha bir de baltanı da unutma sakın.

Hadi görüşürüz kolay gelsin...

26 Ekim 2010 Salı

Not Defterine Dökülenler

Öncelikle iş arkadaşlarıma teşekkür etmem gerekiyor sanırsam. Her biri çok kıymetli insanlar onları anlatmaya gücüm yetmedi şimdi ne kadar anlatsam bir yerde eksik bırakırım muhakkak o yüzden sadece mükemmel olduklarını söyleyerek yetineyim.
Not defterim vardır benim önlüğüm cebinde taşıdığım çok ta fazla işe yaramaz aslında ama cebimden eksik olmaz  çok muhterem Sedef (Sidif,Sepet,Browni) kardeşim işe geri döndüğüm 2 ya da 3. haftada bu not defterinin ne bi işe yaramadağını ve onu değerlendirmesi gerektiği söylerek başladı boş sayfaları değerlendirmeye ona bazen fatmiş bazen de gülde eşlik etti bu eğlenceli görevinde ve ortaya benim çok beğendiğim bazen okuyup güldüğüm bazen de düşündüğüm şeyler çıktı;


14.07.2010 sepet
sevgili yunus
saat 16:45 ve hiçbir kure gelmedi.çok mutsuzum

15.07.2010 sepet

sevgili yunus
saat 13:22 ve doğal olarak hiçbir kurye gelmedi. şuanda bunla ilgili hiç birşey hissetmiyorum.
anaaaa Mr ımı girmedim. çok mutsuzum

sevgili yunus saat 17:08 ve sadece yıldırım abi gelmedi gelsede pek bişey getirmez zaten..ben şuan oturdum onu bekliyorum.içerde de kontrol var. ama biraz biriksin diye şimdi gitmiyorum.sende inat ediyorsun gitmiyorsun.
hah! kapı çaldı kesin yıldırım abi!...

sevgili yunuş
şu an saat 17:40 ve herkes geldi sende mutluluktan opera söylüyorsun. bende bir oraya bir buraya koşturuyorum. lay lay lom gecıt patenleri..

16.07.2010 sepet

sevgili yunuş
 şu an saat 16:29 ve fatma deniz ve sen sigaraya indiniz.ben uyumak üzereyim ama uyursam tekrar
tırnağımı boyarsın diye tırsıyorum ve tabi oa gelir diye. aslında çok uykum var.
yunuş beraraber fotoğrafcılık kursuna gidelim bol bol fotoğraf çekelim sonra onları face e koyalım sen bana crow u getir ben izlim.sonra o kadar... bayyy..

31.07.2010 sepet
sevgili yunuş
 şu an saat 16:43 ve dakikalar çabuk geçsin istiyorum.bütün işler bitti canım sıkılıyor.bugün  boya kapaklarını öyle güzel temizledin ki öyle güzel....sonracıma öyle güzel öyle güzel.... canım sıkıldı yazcak bişey bulamadım. hadi bayyy.....

16.08.2010 sepet
sevgili yunuş
şu an saat 11:01 ve bugün pazartesi ve zaman nasıl geçicek bu hafta nasıl geçicek hiiç bilmiyorum.
daralıyorum, sıkılıyorum.senin midene kramp giriyor  şu an çünkü akşam ökküz gibi yemişsin. öküz!
zamanı geçirmek için yapıcak bişeyde yok iş yok. aslında uyuyabiliriz daktırlar gelene kadar.şimdi dışarıya
bakıyorum incir ağacı var ve tabiki canım incir çekiyor bi de tulum peyniri ve pide.mmmmmm...

11.08.2010 (gülden (golden) yazıyor )

sevgili dingil yunus bugün ramazanın ilk günü ve mal olmş durumdayız. tabi sen oruç değilsin ki bu duyguyu nereden bilesin allahın malı seni :)  bugün bitmeli yunus saat 16:00 ve ben bayılmak üzereyim sence bu normal mi? ben de kime soruyorsam artık.off ya hayat  ne sıkıcı zaten kazığın büyüğünü de yemek üzereyim herhalde :) neyse açılışıma devam edeyim
sevgiyle kal yunnus

17.08.2010   15:02 fatma

sevgili yunus şimdilik
 bu kadar arkası yarın !......

27.08.2010 sepet

sevgili yunuş
şu anda saat 16:03 bugün cuma ve yarın c.tesi pazartesi ise tatil. birgil abla uğraştı ve tatilimizi kazandı.çok mutluyum.bütün hafta sonu yeğenim erikle oynayacağım.oynarkende teyze kıyafetleri giyeceğim.belee koyu
renkli pantollar allı güllü tişörtler, kocaman topuklar.sonra telefonla da seni arayacağım naber yavrucuğum şimdi yeğenimi seviyodum çok yoruldum galiba romatizmalarım azdu diyeceğim. sigara içmeye gidiyorsun şimdi. açık bir  şekilde sesleniyorum sana bok iç!
 bu yoğurdu sarımsaklasaktamı yesek? sarımsaklamasakta mı yesek ?

08.09.2010 (fatma)

sevgili yunus naptın! nettin!nassın! iyisin! ya beni bugün çok sinirlendirdin az kalsın senin ümüğüne yapışacaktım illaki insanları sinirlendireceksin ve bezdireceksin azcık sevimli ol ya. ama nerdeee! neyse bugünlük yiter sonra devam ederim. hadi kal sağlıcakla

08.09.2010 sepet

sevgili yunuş
şuan saat 14:19 ve ben a ları bitirdim mr girmeye çalışıyorum fekat roland beyi beklediğim için yavaş gidiyorum.sende daha mr var diye ztreslisin ama korkma fatmayla yardım edicez sana...şuanda cerrahileri büyük bir  zitresle sıraya koyuyorsunuz burda herşey çok stresli sanırım formol ve ksilenden önce bizi ztres öldürecek. yemektede bekir abinin yaptığı türlü ötesi birşey var.içinde tavuk,sosis,biber(kırmızı, carliston),havuç,patates  var.baharatları saymıyorum sarımakte var tabi.kırmızı biber süper gözüküyor ama yemek insanda bi tedirginlik yaratıyo. napocaum bilemiyorum ama sanırım yiyeceğim.ayrıcana bugün canım çok tatlı istiyor çuklat olsa da yesek dimi ? Sepet


22.10.2010 sepet

sevgili yunuş şuan saat 14.20 ve ben mutfakta oturmuş sana bu satırları yazıyorum. rolandacığım sabah erken geldiği  için kapama işlerim falan erken bitti sana yardım ettim b de bitti şimdi sıra mrlarda. sonra yetersiz var tabi. ama hepsini hallederiz biz biz varya biz şampiyonuz fatma sigaraya gitti ve sen hala demek öyle ha deyip duruyorsun bu kadar üzüleceğini bilseydim sölermiydim o lafları ah ah dilim kırılsaydıda demeyeydim sana o lafları. benim  çevremde artık sana uygun kız yok hacı.yani artık derken nişanlılar, sevgilileri var ya da çok ağır ablalar var  ama sana gitmezler. yae üzülme. üzülme sen orjinal bi adamsın. kimsenin fark etmediklerini farkeder yapmadıklarını yaparsın,düşünmediklerini düşünürsün sadece nedendir bilmem kendini insanlara gösterirsin ki aslında hata. çünkü aslında biz seni sevenler asıl seni bildiğimiz için severiz senin gösterdiğin yunus sevmeyiz yane...sen ki  bana browni demiş adamsın.sen ki çimlerden bana eldiveni almış adamsın... şimdi gelelim asıl konuya pazartesi iş  görüşmesine gidecem, tırsıyorum...işi beğenirsem burdan nası gidecem hacı? arabaya binip vuuuu diye mi? o kadar mı, bitecek mi sonra patomed sayfasıi yeni bir iş ne kadar zor, yeni bir sayfa yeni insanlar....:(
şimdi topu fatmaya atıyorum o küçük prensi ile ilgili bişeyler yazacak Sepet

fatma
sana neden sevgili yunus diyorlar. bunu hala çözmüş değilim. yani sevgiyle ne alakan olabilir olsa olsa komşu kız  sevgiyle mercimeği fırına verdiğin için diyorlardır. yunus neden olmayan şeyleri sanki olmuş gibi ona buna şuna aktarıyorsun. ayrıca sana neden kamber diyorlar o da şüpheli neyse sana küfür etmek istiyorsum ama oa geliyor  kurtuldun. puf fatmiş


ve şimdi o cebimdeki o not defteri bir işe yarıyor artık. Cebimde kıymetsizce dolaşan not defterini bile kıymetli hale getiren bu insanlara teşekkür ederim. Daha önemlisi o önlüğün içindeki adama değer veren ve değer kazandıran bütün güzel dostlarıma teşekkür ediyorum.Bir gün gelecek bu güzel aile burada kalmayacak belki ama hatırlardan ve gönüllerden hiç bir şeyin eksilmeyeceğini biliyor olmak ne güzel şey....

22 Ekim 2010 Cuma


Deniz Kenarında Keşiş (Almanca: Der Mönch am Meer), Alman romantik ressam Caspar David Friedrich'in yağlıboya tablosu. Tablo 1808 ile 1810 yılları arasında Dresden'de çizildi ve ilk olarak ressamın Meşe Ormanında Manastır isimli tablosuyla birlikte Berlin Akademisi'nin 1810 sergisinde sergilendi. Bu sergide Friedrich'in talebi doğrultusunda Deniz Kenarında Keşiş, diğer tablonun üstüne asılmıştı.
Serginin ardından her iki resim Prusya kralı Frederick William III tarafından satın alındı. Bugün iki tablo, Berlin'deki Alte Nationalgalerie'de yan yana asılıdır.
Uzun bir elbise giymiş ve bir eliyle çenesini tutmakta olan tek başına bir figür, yer yer otlarla kaplı boş bir arazide dikilmektedir. Genelde keşiş olarak yorumlanan bu figür, resmin izleyicisine tamamıyla arkasını dönmüş, denizi ve resmin dörtte üçünü kaplayan gri ve boş gökyüzünü incelemektedir. Yüksek bir uçurum kenarında mı, yoksa denize doğru alçalan bir zeminde mi dikildiği belirsizdir. Koyu renkli denizin üzerinde, zaman zaman martı olduğu da düşünülen beyaz dalgalar bulunur.

Tablo, Friedrich'in tartışmalı Tetschen Altarı sayesinde ilk başarısını kazanıp eleştirel tanınırlığa ulaştığı bir dönemde çizildi. Ressam Deniz Kenarında Keşiş ile başarısını artırdı ve daha fazla ilgi çekmeye başladı.
Friedrich peyzajlar çiziyordu. Ancak bunları stüdyosunda tasarlayıp çiziyor, bunun için de serbest biçimde çizdiği plein air eskizlerden birkaçının sadece en ilgi çekici özelliklerini birleştirerek yeni kompozisyonlar oluşturuyordu. Bu indirgemeci teknik Deniz Kenarında Keşiş'te de görülür. Ressam bu tabloda, daha önce çizdiği bazı farklı unsurları daha sonra resimden kaldırmıştır.
Friedrich resmi çizmeye muhtemelen 1808'de Dresden'de başladı. Şubat 1809 tarihli bir mektubunda tablodan ilk defa bahsetti. Ayrıca ressamı ziyaret eden çeşitli kişiler de aynı dönemde resimle ilgili bilgiler vermekteydi. Örneğin ressamın br dostu olan Bayan Kügelgen, Haziran 1909 tarihli bir mektubunda resimdeki sakin gökyüzünü tarif etti. Son zamanlarda yapılan bazı bilimsel incelemelere göre tablonun ilk hâlinde, ufukta yol alan iki küçük gemi vardı, ancak Friedrich bunları daha sonra resimden kaldırdı.Ressam, tablonun sergilendiği tarihe kadar üzerinde ufak değişiklikler yapmayı sürdürdü ancak temel kompozisyon hep aynı kaldı