3 Kasım 2010 Çarşamba

Labirent miyim neyim ?

Bir labirente benzettim geçen gün kendimi, aslında labirente değil tam olarak sadece o labirenti yapan bendim ve ortasında kendimi görüyordum. Yani labirent olan ben değilim sadece labirent benim eserim. Sonra gözümde bir kale etrafı geniş ve içinde timsahların olduğu bir kale canlandı birden. İkisi birbirine benzer gibiydi ama benim savaşla ne işim olabilirdi ki.

Ama kaleler savunma amacıyla yapılıyor ben aynı amaç için bir labirent yapmışım meğer ama bunun farkında değilim sanırsam. Aklı ve duyguları yeten herkes bana ulaşabiliyor diğerleri hep dışarıda kalıyor bazen de ben çıkıyorum. Gizlice kaldırıyorum labirenti ve dalıyorum insanların arasına umursızca. Ne zaman bir tehlike sezersem hemen dönüyorum geriye ya da korkuyorum çoğu zaman hemen çekiliyorum rahat bir nefes alıyorum.

Hayatım savunma üzerine kurulu yani hiç bir atak yok gelişen ataklarda zayıf verimsiz kendimi kandırmaktan başka bir şey değil. Yani hep ortada hiç kazanan yok nereye kadar böyle bilemem. Bildiğim bir şey var ama korkularım ona izin vermiyor yine ortada kalıyorum. Hayat ve insanlarla verdiğim savaş ortada yani, hiç kaybetmeden yani hiç kazanamadan boş geçiyor yıllar. Artık savaşma zamanı diyorum bahis oynayacak olsam tüm varlığımı hayat üzerine yatıracağım bir savaşa girme zamanı geldi de geçiyor. Kaybetmenin de bir kazanç sağlayacağını görme vakti Samuel Beckett'ın da dediği gibi "hep denedin hep yanıldın, gene dene gene yanıl, daha iyi yanıl"  ama olsun en azından savaşmanın zevkini almak ve yenilsen de bir şeyler öğrenmek varken ne diye bu korku, ne diye bu kaleler ve ne diye bu umarsız labirent.


Ne diye bu miskinlik hadi kalk savaşa hazırlan ama yenileceğim diye de mitrilini giymemezlik yapma. Ha bir de baltanı da unutma sakın.

Hadi görüşürüz kolay gelsin...

Hiç yorum yok: