29 Kasım 2010 Pazartesi

Çözümlü Soru Bankası / Mim

Yeniden mimlendik. Bu kez Pandora mimi usulca bırakıp kaçtı. Bir değil iki değil tam 20 soru ve cevapları benden istenen. İlk bakışta eğlenceli gibi duruyor ama sonucu ne olacak ben de merak ediyorum. Hadi başla bakalım Miskin. 



1-En sevdiğiniz kelime: Ekseri ( Kullanmasam da ekseri severim)  
20-Öldüğünüz zaman cennete giderseniz Allah’ın size ne söylemesini istersiniz? " Neden burdasın biliyor musun? " sorusunu bana sorup kendinin cevap vermesini isterdim.
Güzel oldu. Şimdi sıra siz sevgili İzleyicilerde. ZuihitsuAynadaki Aksim ve Ozan Kayra zaten mimli olduğu için onları es geçip İDEA ve Telekinesis  sizleri mimliyoruz. Hayırlı uğurlu olsun.

27 Kasım 2010 Cumartesi

Saklandık ( Mim )

Cuma günü iteleyeceğim sana mimi dedi Aynadaki Aksim. Ne kolay söyledi, ne de kolay iteledi. Attı yükünü, rahat şimdi belki yolda. Telefonu ne zaman nerde kullanılacağını bilmiyor bu adam. Şu kadar uyuz olmuyorum bu harekete. Çevir sesine yükledim anıları. Ne zaman açsa telefonu kalıyor anılarım ortada. Saklanacak bir yer bulamıyor. Cümlelere saklanıyorlar o zaman, karşılıklı küfürlerde, esprilerde, göz yaşlarında. Ardından kapanıyor telefon. Anılar biraz daha yükünü alıyor, saklanacak yer aramaya devam ediyor.

Saklıyorum anılarımı en derinlere. Zamanı gelince çıkıveriyorlar oldukları yerden, arkadaşlarla çay içerken çay kaşığından el sallıyorlar bana, vapurla eve dönerken tek başına, martının kanadından gülümsüyorlar. Yakalayamadıklarım oluyor bazen. Uçup gidiyorlar martının kadanında özgürlüğe doğru. Anılarımın hepsi saklı, hepsi özgür, hepsi yeni arkadaşlıklara  gebe, çoğalıyorlar durmadan. Martılar da dönüyor geriye.

Fotoğraflara saklanan o kadar çoğu var ki hepsinin içindeki heyecan aynı, aynı o andaki gibi atıyor yürekler onları görünce. Bakarken onlara gözlerde saklanıyor anılar yine dayanamıyor bir göz yaşında dökülüveriyor hepsi tüm ihtişamıyla.

Yakın zamanda gittiğim köyümde çıktılar karşıma çakıl taşlarına gizlenen anılarım bense unutmuştum onları, biraz daha anı bıraktım geldim onlara. Eve geldim odamda çoçukken örtümdüğüm yorgan selamladı beni, gülümsedik birbirimize. 'Ne hayaller kurduk seninle.' dedim ona ama şimdi kuzenimin minik yavrusunu ısıtıyordu. Hayellerimizden ona da ödünç vermesini söyledim yorganıma. Anılarımı sardığım yorganım hala yaşıyordu anılarımla birlikte. Gümüşlükte  'Selimiye Hatırası' yazan bir havlu. Anılarımı ne de çabuk nakşetmişim ona. Görünce anladım onu da, daha bir yıl bile olmadan.

Anılarımı cebimde taşırım kimi zaman bir çakmakla çıkar cebimden, çoğu zamanda bir anahtarın peşine takılıp gelirler. Bir  bilekliğe saklanır kocaman bir dostluk. Bileklik takılır anahtarlara, çıkarır gelir ardı sıra dostu da yanına. Yüreğimde taşırım dostu cebimde ki anılarıyla.

Anılarımı saklarım tüm eşyalarıma, eşyalarımı saklamam anılarımla.


En güzel anlar sizin olsun, En güzel anılarla.


(Bu bir mim yazısı olup Aynadaki Aksim tarafından bana yollanmıştır.Çok geniş bir izleyici kitlem olduğundan dolayı ben kimi mimlesem bilemedim o yüzden bu yazıyı okuyan herkes mimlidir arkadaş bu böyle biline.Yazıyı okuyupta mim görevini yerinde getirenler bunu dikkate almasın. Bir daha aynı konu hakkında yazmak zor olabilir.Sizleri zorlamak istemiyiz.)

(mim konusunu şudur ki;  anılarınızla, anılarınızın değeriyle ve onları yüklediğiniz eşyalarla ilgili bir yazı yazmak.)

24 Kasım 2010 Çarşamba

Nunuş Amca

Güzel haberler var Miskin heyyy hadi kalk. NE mi oldu, Ne olacak yeğenim kız olacakmış bugün belli oldu.
Hani saçını kestirirsin de herkes ooo süper olmuş hacı derde sende hakketen mi diye böyle aynaya bakar da mutlu olursun ya. İşte bu mutluluk benimkinin yanında halt etmiş. Saçını kestirince insanlar değişikliği fark eder ve bu değişiklik hoşlarına gider ya da çoğunun gitmez ama bozuntuya vermez güzel olmuş falan der sende gaza gelirsin. Lüzumsuz bir takım hareketler. Sanki 3 santim saç gidince Brad Pitt oldun la yine aynı malsın işte ne farkı var.Gerildik burada bitsin yeter.
Derken tarif etmeye gerek duymadığım ama tarif etmeye kalksam da baya zorlanacağım bir mutluluk bu, yeğenim olacak Miskin. Böyle 2-3 kilo bir şey pembeler içinde "ıngaaaa, ıngaaaa" diye ortalığı inletecek. Büyümeye başlayacak. Yaşını doldurup ilk anne mi baba mı diyecek diye heyecan yaparken o " nunuş " diyecek. Tabi bende ee amcasının yeğeni ne olacak diye gerineceğim. Sonra da "dedde" diye bir ses, ilk dedde dedi ya!. Meğer ben kendim "nunuş" demişim de  çocuk dedi diye gereksiz sevinç çığlıkları atmışım. Önemli değil biraz daha bekleyeyim o zaman der nasıl olsa. Büyüdükçe daha da güzelleşen kızımız ilk okula gideceğini " Nunuş amca ben şeneye okula gidijem" diyerek bu mutluluğunu bizimle paylaşırken bende " Büyümüşte okula mı gidiyormuş çirkin" diye ona hediyelerimi vereceğim. Sonra büyümüş ya miskin bak okula gidiyor sen hala aynı tas aynı hamam yaşlanıyorsun oğlum böyle nereye kadar diyerek okları kendime çevirip ahh çekip devam edeceğim galiba.
Büyüdükçe dertler de büyüyecek artık hediyeler yetmez olacak yanına nasihat eklenecek her hediyenin azaltılacak bütün dertler, yok edeceğiz birlikte dertlerini birer birer. O mutlu bir kız çocuğu olacak hep ben aynı Miskin. Sonra miskin de mutlu olacak kız çocuğunun mutluluğunu kendi mutluluğundan daha fazla yaşayarak Mutlu bir Miskin olacak.

Kontrol Kalemi

Gecenin bir vakti kraker ile birlikte çayımı yudumlarken bir nesne ya da ne bileyim bir şeyler üzerinden bir dörtlük yazayım da kendime geleyim havasına girdim birden. Yaklaşık yarım saatlik düşünce maratonunun sonunda aklıma gele gele kontrol kalemi geldi. Gecenin bir vakti kontrol kaleminin bilincimin altlarından bir yerlerinden çıkması beni hayal kırıklığına uğrattı açıkcası. Benden en sonunda çareyi msn de kim var bakayımda ona sorayım ordan yola çıkayım dedim. Hemen hali hazırda açık bir pencere buldum hemen daldım içeri. Bizim Gülden'in penceresi pat diye daldım konuya hacı hemen bana bir nesne, cisim bir şey söyle dedim. Sağolsun ne olacak ki diye sormadan "Bardak" dedi. Sormadım ama muhtemelen masasında bir bardak duruyordu ve gözüne o çarptı ve hemen söyledi. Bende yazdım tabi;


Verse I; Doldur

boş bardaklara doldurduk aşkımızı
en güzel kadehlerde sunduk sevgiliye
içtikçe aşkımızdan gözleri parıldadı
ve sonunda
biten aşklar, parıldayan gözler
boş bardaklar kaldı bize


Verse II; Boşalt

nefretimiz taşırdı bardakları
sunduk kendimize
yakarak geçti boğazımızı
bitirdik nefreti de
yanan yüreğimiz ile


23 Kasım 2010 Salı

Cevap Verdiğin Anda Gelen Diğer Soru

Malum bayramdı seyrandı akraba ziyareti derken birçok kişiyle oturduk konuşmaya çalıştık. Ama sıkıntı şurda ununu eleyip eleği asan taraf soruları sorar sende cevaplarsın. Senin ona sorabileceğin bir kaç soru vardır onlarında cevabı bellidir zaten ama nezaketen sorarsın cevabını alır iyi niyetlerini bildiren bir temenni cümlesi kurarsın orada biter. Ya onun soruları hiç biter mi? Konuşmaya başladığın ilk andan itibaren sürekli meraklı şekilde ardı ardına sorular yöneltir hiç bıkmaz 2 yaşında senin adın ne ile başlayan sorular nerede biter bilinmez.

Bu bayramda olaylar bu şekilde gelişti tabi ki bu seferki başlangıç sorumuz "Eeeeee askerlikte bitti işinde devam ediyor ne zaman evleniyorsun?" ya da hiç uzatmadan " Sen ne zaman evleneceksin bakalım?" verdiğin cevap ne olursa olsun ardından gelen soru daha zor olacak bunu biliyorsun fakat cevap vermeme ihtimalin yok. Zira bir kaç kere "Şimdi zamanı değil beni boş verin siz ne yaptınız" diyerek konuyu saptırmaya çalışmam bile onlar için yeterli cevap oldu " Anlaşılan evlenmeye daha niyetin yok" denilince rahatladım sanırsam daha fazla uzamaz bizde kalkar gideriz derken, " Olum neden evlenmiyorsun" ısrarcı bir ses tonu ile geliyor yine başa dönülüyor. " Yahu evlenmem mi dedim sadece daha zamanı var dedim" diye bir çıkış da faydasız kalıyor. Sonunda tamam yarı evlenirim bende diyerek alaycı bir tavırla sorular cevaplanmaya başlanınca rahatlıyor insan.

Bir başka çıkış yolu ise kesin cevaplar vermek bu taktik ile 3 ya da 4 soru cevapladıktan sonra konu kapanıyor, şayet hala uzatmaya çalışan varsa diğer sorulara " Nasip" " Bakarız" cevapları yeterli olacaktır.
Örneğin;
- ne zaman evleniyorsun
-yaza inşallah
-hımm kimmiş neymiş neciymiş kızımız
-(hayali bir profil anlatılır)
- hadi bakalım hayırlısı
-hayırlısı olsun dedik bizde
konu kapanır havalarda iyi gidiyor muhabbetine dönülür.


Tabi bu bütün taktiksel cevapları ciddiye alan ve her muhabbete yanınızda bulunan insanlarda size ilginç sorular sorar o kadarı da normal artık kafaları karıştı tabi bırakın da sorsunlar.

16 Kasım 2010 Salı

Hayata Dair - Geleneksel Trakya Zirvesi II

Birincisi bu blogun oluşumunu sağlayan, miskin için önemli bir zirvedir. Bu sefer zirvede 3 kişiydik Aynadaki Aksim, Aydın ve ben ter yine Edirne tabi ki. Cuma akşamı Aydın ile birlikte iş çıkışı nişantaşında onestop cafe de  bir kaç çay içtikten sonra koşar adım taksimden servise yetiştik. Pekte uzun sayılmayan bir yol hikayesinin ardından hatta hiç bir özelliği olmayan yol hikayesinin sonu Edirne ye vardı. Edirne de tekrar servise bindik ve durağın adı cami durağı olsa gerek meyveli bir heykel var işte orada indikten sonra ev sahibi arandı ortalıkta olmadığı ve karnımızın aç olduğu için hemen börekçiye oturduk böreğimizi yedikten sonra eve doğru harekete geçtik. Doğal olarak tekel bayiine uğrandı eve varıldı. Evde bizi karşılayan yaramaz bir kedi adı Esrik kendisi sevimli mi sevimli bir kedicik. Biraz oyundan sonra odanın kapısını çekip muhabbet koyulaşıyor kahkahalar artıyor sesler yükseliyor suskunluk kalmıyor. Zirvede susmak olmaz. Gecenin ilerleyen saatlerinde aldığımız nevale tükeniyor ama bizde amaç dağıtmak olunca sabah gün ağarmaya yakın yollara düşülüp tekel arınıyor.Yakıt ikmalini bir tekelden yapıp eve dönüyoruz.Ev sahibi içtiği onca şaraba rağmen miskin saat 06:20 bunu bloga yazmazsan görüşürüz gibisinden söylemlerde bulunuyor.Saat bu kadar olduysa ortada tüketilecek bir şey kalmamış olmalı aydın ufaktan inzivaya çekilirken mutfak balkonunda Gecenin Zirvesindeki Serat görünüyor ve hemen koşar adım yatağa yatılıp uyunuyor zira zirvede ve başı dönüyor, uyumak istiyor ama uyuyamıyor bilirsiniz. işte.Saat 3 civarı gözler tekrar açılıyor.Anlaşılan misafirlik bitti aydın ve ben mutfağa dalıp bütün light ekmeği tost yapıp yanında bir çay koyup kahvaltımızı yaparken ev sahibi hala uyumakta. Kahvaltının ardından televizyonu açıp vakit geçirmeye çalışırken Serat uyanıyor mutfağa gidip ekmek sepetini açtığında hayal kırıklığına uğruyor ve ekliyor " ağa aşağıda marketten alaydınız bi ekmek be ya, zor bulunuyor bu ekmek biliyorsun", biz tabi ki karnımızın tok olmasının bize verdiği haz ile birlikte ses etmeden kıs kıs gülüp suçu birbirimizin üstüne atıyoruz Aydın ile. Güne geç başlıyoruz ve hava karardıktan sonra dışarı çıkıp Pena bara gidip başlıyoruz geceye saatler ilerledikçe eğlence artıyor tekilaların sayısı bilinmiyor zirvenin bu akşamki konuğu Aydın'mıydı yoksa.Akşam saatlerinde Serat'ın liseden bir arkadaşı muhabbete ortak oluyor hız kesmeden devam ediliyor eğlenceye. Canlı müzik ve eğlence aranıyor penadan ayrılıp Ghetto bara gidilip canlı müzik bekleniyor jazz var diye kandılırdığımız grup çıkmadan evvel enstüramanların eksik olmasıyla ortaya çıkıyor ama " aga saksafon yok be ya " sorusuna " e ağa yanında taşır be kızan " cevabı alınınca üstelenmiyor. Nitekim çıkan arkadaşların jazzı bırak müzikle çok yakın olmadıkları ilk 6 saniyede belli ediyor içkiler içiliyor hemen sigara içiliyor ardından ve 2. şarkının ardından koşar adım uzaklaşılıyor mekandan. Liseden arkadaşı otobüse bindirip evine gönderdikten sonra geri dönülüyor ortamlara fasıllar eğlenceli ve çekici geliyor ve o meyhaneden gelen ses bir yerlerde Adnan Şenses mi var ne oluyoruz dedirtiyor.Hemen karşı banka oturulup keyifle şarkılar dinleniyor alkış tutuluyor ve yine uzaklaşıyor mekandan derken geceye final gerekiyor dediğimiz anda. Tekelin önünde kararlar verildikten sonra alınan erzak doğru meriç kıyısına taşınıyor. Final nehrin suskunluğu ile yapılsın o asil, sakin içinde neler var bilemediğimiz bir nehir akıp gidiyor. Aydın zirveye ulaşmış çoktan sebep olarak Erkan Oğur gösteriyor. Biz Serhat ile hala dipteydik ama ve zirvedeki Aydına dediğimiz şey ortaktı "bizim taşıdığımız kalbin bu dünyada kimse için bizim için bile bir önemi yok, al çıkar ve at şu nehre, ne nehrin umurunda olur, nede bizim". Benim hala düşündüğüm bir soru daha geliyor "hadi ben hayatın sillesini yedim de böyle oldum sana ne oluyor". Bunun cevabını bir ara tartışacağız miskin şimdi zamanı değil. Aydın zirveden alınıp eve götürülüyor gece soğuk haliyle. Eve varılınca aydın gömülüyor yorganlara Serhat bloglara bense içkiye.Sakin ve sessizce uyunuyor gece sonunda. Ama ben hala zirveye ulaşamadım sıra bende olmalı ki sabah kahvaltıda başlıyor kahvaltı dediysek öğleden sonra üç gibi falan. Başladık bir pazar günü Edirne önce temizlik sonra dışarıya çıktık ve Aydın 2 gün sonunda gündüz gözüyle Edirneyi gördüğüne seviniyordu.  Edirne ye geldim de ciger yemedim dememek için Aydın'a ciğer ısmarlandıktan sonra tekrar başlıyor zirve yolculuğu oturduğumuz masada arkadaki iki kız kesilemiyor karşıda Serhat oturduğu için ama o ikiliye öyle bir üçüncü katılıyor ki beni benden almasa da alkol alım hızını artıracak bir güzel. Hız limitlerde tekilalar biralar yarım saatlik dilimde havada uçuşuyor.Otobüs kaçıyor ben uçmaya yakınım ama İstanbul'a koşarak ta gelebilirim sorun yok yani. Serhat'ın yerinde adımları ile otobüse yetişiyoruz acele bir veda ve geride kalan Edirne. Kıza ne oldu diyecek olursanız hiç merak etmeyin kendisi iyi en son arkadaşları ile birlikte yürürken gördük gayet iyiydi merak edilecek bir durum yok.Beni de bıraktıkları yerdeyim promil düşse de kafa aynı hep.

 Miskin yoruldum hadi selametle...

8 Kasım 2010 Pazartesi

Normal

       Son bir kaç zamandır yani yaklaşık bir aydır pekte bana göre normal olmayan hareketler içerisinde olduğumu söyleyen bir takım çevrem var miskin. Yahu evet bana göre pekte normal sayılmaz bu hareketler kabulümdür ama şimdi son 1-2 haftadır gayet eski miskin geri geldi normal yani ya aslında hep burdaydı ama dışarı yansıması farklı oldu o yüzden çevre algıda sorun yaşadı ne oluyoruz ne yapıyor bu adam dedi.
        Peki şimdi ne oldu eve gelirken birasını alan akşam oturup çereziyle birlikte birasını yudumlarken bir yandan da sigarasını yakan bu depresif adam onları rahatsız etti. Depresif dediysem onlara göre depresif, bana göre realist ama kimseye göre normal değil.
       Normal nedir ki ? Bunu sorgular oldum ama bulmuş değilim hala. Evde oturup her akşam televizyon izlemek normal ama her akşam biranı içip dışarı çıkıp insanların koşuşturmasını izlemek kimisinin mutluluğunu, kimisinin hüznünü, kiminin telaşını izlemek normal değil. Fatmagül'e üzülmek normal de tek başına rıhtımda oturmuş sigarasını içen ve uzaklara dalan adama üzülmek normal değil. Öyle mi ?
        Eğer öyleyse sevgili çevre halkı size üzücü bir haberim olacak. Sizin normaliniz anormalken nasıl oluyorda benden normal olmamı bekliyorsunuz. Hepiniz sevdiğiniz bir şeyi yapmaya cesaret edip de onu denemekten korkup evde oturup kendinizi kandırıyorsunuz.En basitinden canınız waffle çektiğinde kalkıp gidemiyorsunuz olduğunuz yerden.Sonra ben sadece bir çay içmek için kilometrelerce yol gidince anormal oluyorum. Şimdi benim bunu anlamam mümkün mü ?
       Belki hiçbir zaman sizin gibi mutluluktan delirmeyeceğim bunu biliyorum ama deliliğimle de mutlu olabileceğim. Siz rahat olun.
      Bülent Ortaçgil'e bir kulak verelim o zaman; Biri anlatsın hemen nedir bu NORMAL.

3 Kasım 2010 Çarşamba

Labirent miyim neyim ?

Bir labirente benzettim geçen gün kendimi, aslında labirente değil tam olarak sadece o labirenti yapan bendim ve ortasında kendimi görüyordum. Yani labirent olan ben değilim sadece labirent benim eserim. Sonra gözümde bir kale etrafı geniş ve içinde timsahların olduğu bir kale canlandı birden. İkisi birbirine benzer gibiydi ama benim savaşla ne işim olabilirdi ki.

Ama kaleler savunma amacıyla yapılıyor ben aynı amaç için bir labirent yapmışım meğer ama bunun farkında değilim sanırsam. Aklı ve duyguları yeten herkes bana ulaşabiliyor diğerleri hep dışarıda kalıyor bazen de ben çıkıyorum. Gizlice kaldırıyorum labirenti ve dalıyorum insanların arasına umursızca. Ne zaman bir tehlike sezersem hemen dönüyorum geriye ya da korkuyorum çoğu zaman hemen çekiliyorum rahat bir nefes alıyorum.

Hayatım savunma üzerine kurulu yani hiç bir atak yok gelişen ataklarda zayıf verimsiz kendimi kandırmaktan başka bir şey değil. Yani hep ortada hiç kazanan yok nereye kadar böyle bilemem. Bildiğim bir şey var ama korkularım ona izin vermiyor yine ortada kalıyorum. Hayat ve insanlarla verdiğim savaş ortada yani, hiç kaybetmeden yani hiç kazanamadan boş geçiyor yıllar. Artık savaşma zamanı diyorum bahis oynayacak olsam tüm varlığımı hayat üzerine yatıracağım bir savaşa girme zamanı geldi de geçiyor. Kaybetmenin de bir kazanç sağlayacağını görme vakti Samuel Beckett'ın da dediği gibi "hep denedin hep yanıldın, gene dene gene yanıl, daha iyi yanıl"  ama olsun en azından savaşmanın zevkini almak ve yenilsen de bir şeyler öğrenmek varken ne diye bu korku, ne diye bu kaleler ve ne diye bu umarsız labirent.


Ne diye bu miskinlik hadi kalk savaşa hazırlan ama yenileceğim diye de mitrilini giymemezlik yapma. Ha bir de baltanı da unutma sakın.

Hadi görüşürüz kolay gelsin...