4 Aralık 2015 Cuma

#brit



       Akif okuldan yeni dönmüştü, bugün ek dersi olması sebebiyle anca bu saatte eve dönebildi. Arkadaşları çoktan sokakta top oynamaya başlamış, hatta maçın yarısına gelmişlerdi. Akif devre arasından sonra anca maça girebildi.

      Fakat bu hevesi fazla sürmedi. Akif daha bir gol bile atamamışken annesi onu çağırdı evden. Akşam ezanı okunmamıştı oysa, babası da gelmedi henüz ne olabilirdi ki.


      "Ne ver anne ya noldu" diye bağırdı Akif. Annesi ne olduğunu söylese oğlunun gelmeyeceğini bildiği için " Gel bi beş dakika işim var, sonra tekrar devam edersin yavrum" dedi. Akif geri dönüş garantisi olduğu için çaresiz gitti eve.


      Annesi yatak odası ve oturma odasının perdelerini yıkamıştı ve asmak tabi ki  Akif'in işiydi. Üç pencere altı perde ve dışarıda devam eden maç, kaçış yok. Akif derhal işe koyuldu. Perdeleri takti takmasına fakat kornişin sonuna brit takmadı. İndi aşağı kısa süre sağa sola bakındıktan sonra masanın üzerinde duran takvim yaprağını katlayarak hemencecik bir brit yapmış oldu. Onları da iyice sıkıştırıp sokağa fırladı. Annesi Akif'in bu hızına hem sevinmiş hem de şaşırmıştı. Fakat Akif'in yaptığı briti görünce daha da şaşırdı. Annesi elinde kalan hazır aldığı britleri ne yapacağını bilemeden gezindi bir süre evin içinde.

      Halbuki annesi daha önce britleri bulup almak için çarşı pazar çok yer gezdi. Epey zaman harcadıktan sonra bir miktar da para harcadı ve sonrasında bunun mutluluğu ile eve döndü.

      Fakat Akif henüz bir çocuktu zamanını ve olmayan parasını harcamadan çok daha iyisini yapmıştı. İşte Akif'in annesi sisteme uyum sağlamış ve kornişin sonuna bir kağıt parçasını sıkıştırmayı bile düşünmeden hemen hazır varolanı almak için çarşı pazar koşturmuştu.

    Çünkü tüketmeye hazır ve düşünüp üretmekten uzak olmayı emrediyordu bu sistem. Oysa biraz düşünmek yetiyordu bir şeyler üretmeye.

     İşte sistem bize " Sen düşünme biz senin yerine düşündük ve senin için en iyisini ürettik zaten. Senin yapman gereken biraz zaman ve para harcayıp buna sahip olabilirsin." diyordu.

     Sistem insanların cebinden paralarını ve zamanlarını çalarken. Gelecek sadece düşünceden ve üretimden yanaydı.

     Tıpkı Akif gibi...




#elek


        Hasanpaşa çarşısında güneş üzerimize vururdu önceden. Girişte solda zerzavatçı Mahmut ilerleyen yaşına rağmen sabah Zagnos Paşa caminden çıkar gelir bizi kapının önündeki tezgaha dizer, akşam ezanından önce içeri alır ardından yine camiye giderdi.

        Gün boyu kaldırımdan geçenleri izler ve eğlenirdik. En yakın arkadaşım mavi plastik çerçeveli bir süzgeçti önce o gitti. Ardından üniversiteliler kaldırımdan geçmez olmuştu.  Sanırım yaz gelmişti. Çünkü güneş artık keyif değil acı veriyordu.

       Acı çekmeye başladığım bu günlerden bir gün. Köylü garajına doğru koşar adım giderken bşrden durup bana bakan Saliha'yı hatırlıyorum. Biran baktı ve hemen aldı beni eline. Mahmut'a bir kaç kağıt parçası verdi ve yuvarlak demir bir şeyler alıp cebine attı. Yeşil kötü kokan bir poşete koydu beni. Yine koşarak yola devam ettik. Sanırım arkadaşımınki gibi benim de hayatım değişiyordu. Hissediyordum, Sındırgı minibüsüne bindik. Beni bir köşeye attı Saliha. Sanırım yolumuz uzun hiç bir şey göremiyorum ve sağa sola savrulup vurmaktan baygın düşmüşüm.

        Kendime geldiğimde her yer çok karanlıktı. Neyse ki kötü kokan poşet yoktu artık ve sabit duruyordum. Karanlık beni korkutuyordu fakat rutubet ciğerlerimi sızlatır olmuştu. Bir de üzerimde bir ağırlık ki sormayın. Hiç birinin sebebini  bilmiyor ve kahroluyordum. "Bari şu rutubet olmasa" diyor ve ağlıyordum artık.

      Sanırım ağır bir suç işleyip bir hücreye atılmıştım. Bir sonra buna inanmıştım fakat suçum neydi. Bilimiyordum ve kendime bir suç aramaya çalıştım uzun zaman. Tabi hiç bir şey gelmedi aklıma.
       
      Bir zaman sonra ölmeyi beklerken Saliha aldı beni oradan. Yine bilmediğim bir yere götürdü. Işığı görünce kör olmuş gibi oldum ve hiç bir şey göremedim uzun bir süre. Gözümü açabildiğim zaman fark ettim bir depodayım sanırım ve tozlu bir çuvalın üzerinde duruyorum. Saliha aldı beni ellerinin arasına ve komşusu olacak o kadın ize üzerime sürekli toz atıyor. Öksürüyorum, boğulacak gibi olsam da kadın durmadan atmaya devam ediyordu. Saliha da bir o yana bir bu yana sallıyordu beni. Toz üzerime atıldıkça ondan kurtuluyorum fakat bazı çöplerden kurtulamıyordum. Kalan çöpler sırtımda savruldukça gıdıklanıyor ve gülüyorum ama o kadın hala toz atıyor beyaz beyaz boğulmadığım için kendime şaşıyorum artık. Neyse ki Saliha bana acıdı ve üzerimdeki çöpleri başka yere döktü de rahatladım. Komşusu olacak o kadın " Bu kadar un yeter abla" dedi. Bunun üzerine Saliha beni yine bi yere götürdü.

      Mutfak olmalı burası. Su akan tezgahta beni yıkayıp  tezgahın altına o karanlık rutubetli yere geri koydu. Şimdi nerede olduğumu biliyorum fakat hala suçumu bilmiyorum. Acaba affetmişti de güldüm diye mi attı tekrar beni buraya?

      Saliha ve komşusu olacak o kadın ayda bir bana bunu yapar oldular. Onlardan nefret ediyorum artık bundan eminim. Nasıl kurtulurum ki buradan hiç arkadaşım da yok ki. Burada süzgeçi çok özlüyorum. Kim bilir ona neler yapıyordurlar şimdi...