28 Aralık 2010 Salı

Kod Adı :Hayvan

Hayvan yıllar önce küçük bir kasabada dünyaya gelmiştir. Bu kasabadan daha çocukken ayrılıp şirin bir ilçede öğrenim hayatına başlayıp, yüksek öğrenimi için Karasi Beyliğine göç etmiştir. Burada bulunduğu 5 yıl içerisinde onun ne tür bir hayvan olduğu çözülememiştir. Biyoloji bölüm başkanlığı bu bizi aşar diyerek salmıştır onu şehre. Beyliğe kendisi gibi öğrenim görmeye gelen üç-beş kişi toplanmıştır etrafına. Sürekli merak içinde elinde not defterleri ile incelemeye koyulup ne türden bir yaratık olduğunu araştırmaya koyulmuşlar. Fakat hiç bir hareketi tutarlı olmadığı için onu kategorize etmenin mümkün olmayacağını anlamışlar ve ona genel olarak "Hayvan" demeyi uygun görmüşlerdir. Hayvan bütün olanları gülerek izlerken. Bu talihsiz öğrencilerden bir kaçı bu Hayvan'ı yaşayarak öğrenmeliyiz düşüncesine kapılıp takılmışlardır hayvanın peşine. Hayvan bu durur mu göstermiş bütün numaralarını. İzleyenlerin şaşkınlığı arttıkça Hayvanla yaşamanın ne kadar eğlenceli olabileceğini düşünmüş garip öğrenciler. Daha sonra Hayvan kendini gösterdikçe ondan kaçanlar olur diye saklanmış. Ama bu öğrencilere haksızlıktı neden böyle yapıyordu. Tabi ki hayvan yine anlaşılmaz çözümlenemez bir durum içindeydi. Ama onu gören o üç - beş öğrenci hiç bırakmadı peşini hayvanın çünkü hayvan  gösterdi onlara kalbini yerlerini görenler ağlamaklı bağlandılar ona. Hayvanda bağlandı tabi. Hayvan aslında onlara çok değer verirdi ama göstermezdi. Görenlerde olur du tabi.Görenlere  daha çok gösterebilmek için çaba sarf etti durdu karasi beyliğinde hayvan.

Hayvan durmaya niyetli değildi. Daha büyük şehirlerde kalabalığa karışıp gitmeliydi. Çıktı En büyük şehre burada kendince bir iş buldu çalıştı.Hayvanca çalışıyordu. Benzetme yapmak olmaz tabi. Hayvan takmıştı peşine yüksek tahsil sırasında onu sevenleri. Çalışıyordu bunu da gösterdi onlara. Eksilecek korkusu vardı ama arada ziyaretler ve sürekli telgraflaşmalar onun bağını iyice artırıyordu. Hayvan aşık oluyor bunun için onlarla içiyordu. Hayret vericiydi nasıl olabilir di. Ama olmuştu. Erkan Oğur dinletmekten çevresidekilerden küfürler yedi aylarca. Hayvan vatani görevi için Serhad şehrine vardı. Bir husumet çıkmadan. Görevini layıkıyla yerine getirdi ve tekrar büyük şehirde çalışmaya koyuldu. Büyük şehirde büyük insanların sevgisini kazandı hayvan. Ama sıkılmıştı artık hayvan çalışmaktan. Miskinlik vardı hamurunda belli ki, pes etmek yoktu ama sıvışmak vardı. Büyük şehrin büyük insanları da bırakmadı peşini. Eskiler yeniler derken sevenleri artıyordu hayvanın. Hayvan son derece memnun hepsine yetecek sevgiyle yoluna devam etmek istiyordu. Onları incitmeden basamakları çıkması gerekiyordu hayvanın. Ne yapacaktı hayvan bilmiyordu. Miskinliğe vurdu hayvan bıraktı herşeyi akışına. Yaşıyordu bir öyle bir böyle. Herkes güldü de şu hayvana bir tek hayat gülmedi.

Bülent Ortaçgil - SEN 2010

Hiç eskimeyen şarkılara yenileri eklendi.

 Hiç Canım Yanmaz

Oturmuşum deniz kıyısına / Tam da karşısına / Çakıl taşlarını suya atarım / şimdilerde havalar serin / Sonbahar da giderek yakın / İçimde bir yaz doymuşluğu / Artık hiç canım yanmaz / Çünkü kaptan denize açılmaz / Korktuğu rüzgarlardan mıdır? / Benden midir? / Başka bir şeyden midir? / Konuşmak gelmez içimden / Ya da öf pöf dışarı doğru / Bilirim ki ellerim bağlı / Yaşamak berraklaşır / Bütün yüzler bulanıklaşır / Yer ve zaman savaşları / Artık hiç canım yanmaz / Çünkü kaptan denize açılmaz / Kabuklaşan yaralardan mıdır? / Benden midir? / Başka bir şeyden midir? / O muydu ondan önce? / Sen miydin ondan sonra? / Romanlarım öyküleşir / Hastalıklarımı dinlerim / Gittikçe babama benzerim / Sokaklarım karmaşıklaşır / Artık hiç canım yanmaz / Çünkü kaptan denize açılmaz / Güvensiz tayfalardan mıdır? / Benden midir? / Başka bir şeyden midir? / Tut vira tut / Çek vira çek / Tut vira tut / Haydi yallah.


Denize Doğru

Çözdüm, herşey çok basit / Denize doğru / Üç beş dakika yeter derdimi anlatmaya / Zaten çoğu şey değmez çok konuşmaya / Denize doğru / Düşlerimde bile kaçtım / Denize doğru / Aslında kaçmak değil, sevgiye koşmak / Sessizdiler ama çoktular / Biraz deli, biraz çocuktular / Denize doğru / Kolunu kaptıranlara çare bulunmaz / Yaşam bizden hızlı, beklesen olmaz / Kararımı çoktan verdim / Denize doğru / Gülmez, çünkü hiç bilmez, dertleri ağır / Bütün kapılar çalınır ama bilgeler sağır / Mışlar mişler ne demişler / Burada bulamamışlar / Denize doğru / Gittim, çünkü eskittim kentin sokaklarını / Kimsenin umurunda değil, suratlar soğuk / Ardımda çok şey bırakmadım / Kalanları da almadım / Denize doğru / Adını düşürenlere üzülsen değmez / Sesini kaybedenlerin bir şarkısı olmaz / Kararımı çoktan verdim / Denize doğru


İstediğini Yap

 Eskiden iyi meslekti doktorluk / Bu zamanın modası mühendislik / Sana bir şey söyleyeyim mi? / İyi meslek yoktur / Mesleğini iyi yapan insanlar var / Kerem ile Aslı'nın aşkı birinci / Leyla ile Mecnun'unki ondan sonra / Sana bir şey söyleyeyim mi? / Büyük aşk yoktur / Aşklarını büyütebilen insanlar var / İstediğini yap / Çok geç kalmadan / Daha güç olmadan / İstediğini yap / Her şey bitmeden / Senin yargıların en doğru / Benimkiler en en doğru / Sana bir şey söyleyeyim mi? / Doğru yanlış yoktur / Başka yerlerden bakan insanlar var / İstediğini yap / Çok geç kalmadan / Daha güç olmadan / İstediğini yap / Her şey bitmeden


Sen Sorumlusun

Gökyüzü bir çocuk resmi / Çağla yeşili ve pespembe / Cam buğularının her yerine adını yazdım / Pamuk yumuşaklığında deniz / Güneş sıcaklığında aşkımız / Cam buğularının her yerine adını yazdım / Sokaklara apartman girişlerine / Kapılara, market çıkışlarına yazdım / Ama sen sorumlusun / Duraklara, kaldırım taşlarına / Defterlere, satır başlarına yazdım / Ama sen sorumlusun / Bir avuç yıldız gökyüzünde / Ayışığı da benden hediye / Cam buğularının her yerine adını yazdım / Alabildiğine yaşama sevinci / Verebildiğine kırılgan sevgi / Cam buğularının her yerine adını yazdım / Pencerelere, bütün aynalara / Gazetelerin ilan sayfalarına yazdım / Ama sen sorumlusun / Denizde, kıyıda, bütün kumlara / Rüzgarda uçuşan yapraklara yazdım / Ama sen sorumlusun / Yolda kirlenmiş araba camlarına / Yeni boyanmış beyaz duvarlara yazdım / Ama sen sorumlusun


Acıtır

Nisan denizi gibi acıtır / Hoşgeldin değil, hoşçakal acıtır / Aklında resimler / Hep geri sarıyorsan / Biraz da duygun varsa, acıtır / Güneşe bakmışız gibi acıtır / Tutuşmuş da yanmamışız gibi acıtır / Üstün biraz hafifse / Ve ayaz bindirmişse / Kaçacak yer yoksa, acıtır / Tepemizde bulutlar / Yağmuru unuttular / Kuru toprak gibiysen acıtır / Ay dolunay / Deniz yanıyor / Ben ner'deyim / Ben ner'deyim / Saat çok geç / Belki gece üç / Kimlerleyim / Kimlerleyim / Ben ner'deyim / Öğrenmiş de inanmamışız gibi acıtır / inanmış ama öğrenmemişiz gibi gibi acıtır / Aklın havadaysa / Ve sen yerdeysen /  Bir de fark edersen acıtır / Yudum yudum biriktirmişiz / Biri çarpıp dökmüşsse / Ve artık dolmuyorsa, acıtır / Ay dolunay / Deniz yanıyor / Ben ner'deyim / Ben ner'deyim / Saat çok geç / Belki gece üç / Kimlerleyim / Kimlerleyim / Ben ner'deyim


Adalar

Gittik gittik, denize açıldık / Rüzgarlara bindik taşındık / Shaman'la* süzülürüz bilinmeze / Kaptanımız yaşlı ve usta / Güneş kızgın, tepemizde / Yan yatmışız dostumuz poyraza / Her şeyden uzak / Adalar / İnsanlar gibi / Su altından tutuşmuş elleri
*Shaman: Yıllardır yelken yapılan bir arkadaş teknesinin adı




Telofon

İstediğimde bulurum seni, artık özelin yok / Her an ulaşırım sana, artık özelin yok / Mazeret tanımam, eğer açıksan / Bir cüzdan gibi yanında taşırsan / Sabah akşam fark etmez artık özelin yok / Eskiden telefonlar / sağda solda küçük notlar / 'Bütün gün seni aradım evde yoktun' demeler / Postaneler, kulübeler, bozuk hatlar, jetonlar / 'Hep seni aradım kimse yok' / Çağ başka bir çağ, En gerekli şey sensin / Herkeste kendine özgü, En değerli şey sensin / Aşksız kalırım, ama sensiz kalamam / Unuttuğum an, kimsesizim yapamam / Her şeyimi sana anlattım, tek dostum sensin / Eskiden telefonlar / sağda solda küçük notlar / 'Bütün gün seni aradım evde yoktun' demeler / Postaneler, kulübeler, bozuk hatlar, jetonlar / 'Hep seni aradım kimse yok'


Ayrıntılar

Hep çok şey istedim, beğenilmedim / Sevenler de oldu / Bu kez ben kaçtım / Bir kaç kez aşık oldum / Her şeyi yıkıp geçtim / Daha çok gençtim / Fark etmemişim / Yaşadık ve öğrendik / Herkes başka biçimde / Taşırım hala ayrıntıları içimde / Bir köşem var, adım belli / Sevdiklerim artık yanımda / Bir mirasyedi gibiyim, yatarken bu kumsalda / Ben mutlu, sen umutlu / Beklentiler var, yaş elli / Hayat sürgit değil, sonu başından belli / Yaşadık ve öğrendik / Her şey başka şekilde / Taşırım hala ayrıntıları içimde / Hiçbir şeye inanmadım uğruna ölecek kadar / inanlara imrendim, o zaman yaşamak çok kolay / Yıkılan duvarlar gördüm / Coğrafyanın değiştiğini / Hiç kimse değiştiremedi güçlünün haksızlığını / Yaşadık ve öğrendik / Herkes başka biçimde / Taşırım hala ayrıntıları içimde



Niçin (1969)

Sıcak gün ve güneş işte / İnsanlar oturuyor / Yemyeşil ağaçlar ve çiçek / İnsanlar susuyor / Nazlanma sen, ver ellerini / Hadi yürüyelim açık havada / Beyaz ay ve gece işte / İnsanlar uyuyor / Yollar boş ve sessiz / İnsanlar susuyor / Nazlanma sen, ver ellerini / Hadi yürüyelim açık havada





Sen / Ben


Sen, evet sen / Bir köşede bekliyorken / Ben, çünkü ben / Ayarı bozulmuş tekliyorken / Renkler müşkül durumda / Ressamlar şaşkın / Hiç değişmez bu günlerde / Aşk yorgun düşmüş / Aşk meşgul /Hiç gelmez bu günlerde / Ben, ancak ben / Tüm virgülleri ararken / Sen, zira sen / Noktayı koymuştun zaten / Renkler müşkül durumda / Ressamlar şaşkın / Hiç değişmez bu günlerde / Aşk yorgun düşmüş / Aşk meşgul / Hiç gelmez bu günlerde



Ne desem boş be Miskin bu'dur diyorum. Ne diyeyim ki.

26 Aralık 2010 Pazar

Aslında....

Sanırsın ya ben uzaklardayım,
Sanma işte, yanındayım bir ömür.
Desem de, inanma bana.
Sayma beni bu zalim oyunda,
Ben yokum, oynamıyorum.
Oyun bozan de bana.
Ama yine de yokum ben.
Yalnızlık kaderimdir benim.
Sen, yoksun bu yazgıda.
Çıkar ne olur beni oyundan.
İstemem artık seni düşünmek.
Olmuyor deme bana,
Olur biter gider de.

Sanma ki ben burdayım
Karanlıkta, sindim bir kuytuya
Saklandım senden, herşeyden
Beni bulma ne olur.
Bir kerede yoksay beni.

Bülent Ortaçgil - Denize Doğru (2010)



çözdüm, her şey çok basit
denize doğru
üç beş dakika yeter derdimi anlatmaya
zaten çoğu şey değmez çok konuşmaya
denize doğru

düşlerimde bile kaçtım denize doğru
aslında kaçmak değil
sevgiye koşmak
sessizdiler ama çoktular
biraz deli biraz çocuktular
denize doğru

kolunu kaptıranlara çare bulunmaz
yaşam bizden hızlı, beklesen olmaz
kararımı çoktan verdim
denize doğru

gülmez çünkü hiç bilmez, dertleri ağır
bütün kapılar çalınır ama bilgeler sağır
-mış'lar -miş'ler ne demişler
burada bulamamışlar
denize doğru

gittim, çünkü eskittim kentin sokaklarını
kimsenin umrunda değil, suratlar soğuk
ardımda çok şey bırakmadım
kalanları da almadım
denize doğru

adını düşürenlere üzülsen değmez
sesini kaybedenlerin bir şarkısı olmaz
kararımı çoktan verdim
denize doğru

Bülent Ortaçgil - İstediğini Yap (2010)

24 Aralık 2010 Cuma

Otogar

Şehrin en güzel yeridir otogar
Ve en hüzün verici yeridir.
Bir hoşgeldin kadar sıcak,
Bir hoşcakal  kadar soğuk.

Ayrılıkları sevemem ben.
Hoş gelişleri ayrı bir sıcak bulurum.
Bu şehre ilk geldiğimde,
Bir hoşgeldin diyenim olmadı benim.

Hoşgeldin diyenim olmayışına inatla,
Sevdim bu şehri, belkide.
Bir o kadar kırgın, o kadar buruk.
Ayrılıkları sevmem ben.

Ancak ayrılırken, "hoşça kal " diyen,
İnsanları verdi bu şehir bana.
Dostlarımı, kardeşlerimi gösterdi bana.
Bu şehirde buldum ben mutluluğu.


Arşivden sızıntı ;) 2008

Yıl biter Mim bitmez

2010 yılında mutlu olduğunuz şey nedir? 

Tereddütsüz teskere almam askerliğin bitmesi :)

2010 yılı sizin için nasıl bir yıldı?

Kesinlikle son düzlüğü haricinde hafızamdan silmem gereken bir yıl. ( askerdeydim ne yapayım )

2011 e nasıl girmek istersiniz?

Kafam doğuda olsun ki ilk kafam girsin.

2010 yılında isteyip yapabildikleriniz ve yapamadıklarınız?

Yaptıklarım: Anam şöyle bir baktım da hiç bir şey yapmamışım ya koca bir yıl boyunca.
Yinede hiç bir şey yapmazken arada yaptıklarım oldu tabi. Bloga başlamak mesela. Askerliği aradan çıkardım daha ne olsun ya. Abim evlendi düğünde oynama stresinden kurtuldum. Efesi bıraktım tuborga başladım. Aşkı aradım bulamadım. Daha çok sayarım aslında ama... Sıkıldım.Aaaa dur yaaa Scorpionsa veda ettik konserle.

Yapamadıklarım: Milli piyangoyu tutturamadım bilet almadığım için olduğunu düşünüyorum. Bir ara sigarayı bırakayım dedim vazgeçtim. Go kart a gitmek istedim hep isterim gitmedim sanırım. Gittiysemde hatırlamıyorum (gittik mi ki Aksim). Askerdeyken kaçmak istedim ama kaçamadım o da bitti gitti. Askerdeyken helva çalıp satayım dedim o da yalan oldu. Zayıflamayayım dedim o da olmadı çöp gibi kaldım yine vs. vs.


Bu mim Müge tarafından bana paslandı bende yeni gelen blog arkadaşlarıma paslamak isterim isteyen buyursun yazsın sevgiler saygılar.

düşüstü siyahlar eka
drukiyyes

Haydi miskin selam eder hepinize bu arada zui, pandora,ozan kayra siz zaten müge tarafından mimlenmişsiniz sizi unuttum sanmayın pandomim de mimlenmemiş oda mimli o zaman :D

23 Aralık 2010 Perşembe

Sessizce Zirveye...

Elimde bir fotoğraf makinesi dolanır dururum. O dağ senin bu bağ benim, o yol senin bu yol devletin, ücretli geçiş için sıraya girerim. Önümde onlarca araç peki benim ne işim var bu araçta derim. Hemen bırakır kaçarım. Elimde makine çekerim rezilliği sanki ben rezil değilmişim gibi. 
Maratona katılır koşanları çekerim bende koşarım onlarla. Baktım olmaz herkesi geçer önden bir fotoğraf çekerim kalabalık bana doğru koşarken. Güzel kare olur belki ama sonuç kazanan, ikinci ve üçüncü madalyalarını alır. Ben yine onları çekerim. Onlar şampanya patlatır ben flash patlarım ardı ardına. 

Hiç kimse de demez ki sen onların önünde koştun durdun yazık ettin kendine al bu da sana bizden hediye diye. Yok hediyesinde değilim olayın Kadir kıymet bilmez bu insanlar anlatmak istediğim o. 


Yine bir gün çıkmışım ulaşılmaz denilen o zirveye ve kurmuşum kampımı sıcak çayımı içerken bir kaç nokta beliriyor. Belli ki dağcılar tırmanıyorlar. İki günün ardından bir kanca geldi çadırım üstüne yardı geçti çadırımı sonrasında kayaya takıldı. Sessizce bekleyişe koyuldum. Uzun süren saatlerin sonunda biri çıktı. Beni ve çadırımı fark etmedi galiba sevinç çığlıkları atarak " kazandım " diye bağırıyordu. Bir tırmanma yarışı olmalıydı ne kazandı acaba merak ettim sokuldum yanına tebrik ettim. Sarıldı bana zıplayarak kutluyorduk. Neyi kutladığımızı bilmeden zıpladım bende. Çayım da döküldü, elimden hiç bırakmam şu bardağı ah ne büyük keyifti. Döktü hepsini budala. Sonrasında fark etti galiba beni. Şaşırdı sen de kimsin ne işin var burada gibi gereksiz sorular ve sıkıcı tek kelimelik cevaplar. Tırmanış sona erdi grup tamamlandı ve kazanan o budala idi. Ben sadece onun fotoğrafını çektim. Sıra inişe geldi çadırımı mahvettikleri için mecbur bende onlarla inmek durumda kaldım. Ben sadece fotoğraf çekiyordum ve onların gözünde sadece bir fotoğrafcıydım. Tırmanışı tamamlayanlar çok sevinçlilerdi bende artık dayanamadım sordum" Neden bu kadar seviniyorsunuz. " diye. Hep bir ağızdan " bu zirveye ulaşan ilk biz olduk bu büyük bir olay herkes bizi konuşacak " dediler. Hepsinin ahmak olduğunu bu cevapla onayladım hiçbir soru işareti kalmadı kafamda. İniş tamamlandığında onlara ilk çıkanın fotoğrafını hediye ettim. Sonra bir daha haber almadım, almakta istemiyordum aslında. 

Keyfimi kaçırdılar gene bak. Miskinin seyir defterinde bir daha çay dökülmemeli bu olay çok keyifsiz. Kendime yeni bir yer bulmalıyım yeni yerler keşfetmeliyim. 

22 Aralık 2010 Çarşamba

Yaşamak ve Çalışmak

İnsan ne ile yaşar demekten çok insan ne için çalışır; diye sorular vardı bugün kafamın içinde. Aslında cevabı basit. Hayatımızı bir şekilde devam ettirmek için çalışır para kazanır sonra da hayatımızı yaşar ölür gideriz. Bu konuda ilk bakışta sıkıntımız yok. Aslında var ama şuan sorgulamak istediğim o değil.

Çalışmak insana ne katar? Bunun çok fazla cevabı olabilir. Çalışan insan üreten insandır bir kere. Ama yok öyle haybeye üretim de robotların işidir. Çalışmak insana faydalı bilgiler, düşünceler ve güzel duygular katmalı. İnsanı mutlu etmeli. Aksi takdirde robotlaşan bir çalışma hayatı bize hiç bir şey katmadığı gibi alıp götürüyor bizden. Yaşamımızdan, gençliğimizden, eğlencemizden, kültürümüzden hatta benliğimizden eksiltiyor dirhem dirhem.

Aklıma geçenlerde okuduğum bir söz düşüyor.  " Hiç bir iş yapmayan adam boş oturuyor demektir. Fakat... kendi yetenek ve bilgisinden daha aşağıda bir işte çalıştırılan bir adam da onun kadar boş oturuyor demektir." Sokrates söylemiş ne de güzel söylemiş. tam bunu yazarken aklıma başka bir replik daha geliyor.


  • Burada yaşayan en güçlü ve en zeki erkekleri görüyorum. Bu potansiyeli görüyorum ve hepsi heba oluyor. Lanet olsun, bütün bir nesil benzin pompalıyor, garsonluk yapıyor, ya da beyaz yakalı köle olmuş. Reklamlar yüzünden araba ve kıyafet peşinde. Nefret ettiğimiz işlerde çalışıp gereksiz şeyler alıyoruz. Bizler tarihin ortanca çocuklarıyız. Bir amacımız ya da yerimiz yok, ne büyük savaşı yaşadık ne de büyük buhranı. Bizim savaşımız ruhani bir savaş, en büyük buhranımız hayatlarımız.(tyler  durden / fight club)

Yani demem o ki miskin heba etme kendini kasma bu kadar kazananın sen olmayacağı bir işe niye giresin ki. Boş ver hadi her zaman yaptığın gibi. Ama işte güzel insanlar da kazandırıyor ya hani bırakıp gitmek gelmiyor içinden. Madem ki o insanlar o kadar güzel onlar için mekan, zaman, yaptığın iş çokta önemli olmasa gerek nasıl olsa yanındadırlar artık. Onları da alır gidersin gittiğin her yere. 

21 Aralık 2010 Salı

Aaaa! Mahmut Hoca

Şimdi nedir bu Aaa! Mahmut Hoca;

Sevgili blog arkadaşlarım, kardeşlerim, pek kıymetli büyüklerim ve sevgili minikler.
Zuihitsu ve Miskin MİM kelimesinden rahatsız olurlar ve bunun yerinde bu blog kardeşliği içerisinde bilinecek mim anlamı taşıyacak ögeler,kelimeler vs. kurgular ararlar.
Sonuç olarak bulunan şey şudur:

MİM yerine "Aaa! Mahmut Hoca" kullanılsın. Mim yazısını yazan başlığın yanına parantez içinde MİM yerine "Aaa! Mahmut Hoca" yazacak.
Yazı yazıldıktan sonra mimlenediniz ya da bu mim sana gelsin yerine Mahmut hocaya yakalananlar, Tavan arasında sigara içerken Mahmut hocaya enselenenler, okuldan kaçarken Mahmut hocaya yakalananlar vs. tarzında orası artık size kalmış yazımızı paslıyoruz.

Pası alan blog kardeşimiz başlığını atıp yine aynı şekilde başlıkta MİM yerine "Aaa! Mahmut Hoca" diyerek yazısına başlıyor.

Şimdi biz bu şekilde bir oluşum içine girelim diye karar verdik.

Siz sevgili blog kardeşlerimizin öneri ve görüşleri doğrultusunda bu projeyi hayata geçirebiliriz.
Eğer bu konu hakkında farklı görüş ve önerileriniz varsa bunu da muhakkak paylaşalım.
Sizden istediğimiz bu konu hakkında düşünmeniz ve MİM kelimesini kullanmadan nasıl bir iletişim kurarız.
Mahmut Hocaya yakalanmadan şu işi bi halletsek diyorum hee.


20 Aralık 2010 Pazartesi

Benden Adam Olmaz...





kaç zamandır gülmez oldum kendime
aslında uzun zamandır çok gülüncüm
her ne kadar umursamaz görünsemde
bildiğin gibi değil aslında çok kıskancım

sen bana aldırma gülüm
benden adam olmaz
kendime hayrım yoktur
sana hiç olmaz

kaç zamandır hep küskünümdür sana
huysuzlaşır aksileşir kalbini kırarım
her ne kadar kendimden emin görümsemde
bildiğin gibi değil aslında ben bir korkağım

sen bana aldırma gülüm
benden adam olmaz 
kendime hayrım yoktur 
sana hiç olmaz



Aynı ben :) şaka şaka bunun üstüne Zardanadam - Senden adam olmaz dinlemek çok iyi oluyor. Deneyin bak.





Senden adam olmaz adamım sensiz de olmaz.



kaç kez yıkıldın sen, kaç kez yanıldın?
kaç kez yolu şaşırdın sen, kaç kez takıldın?
kaç kız terketti seni, kaç işten atıldın?
kaç tokat, kaç kazık yedin, hala burdasın.

senden adam olmaz adamım, sensiz de olmaz.
boşver sen böyle güzelsin, hiç dokunma olmaz.
son pişmanlık fayda etmez, gelsin bırak !
senden adam olmaz adamım, sensiz de olmaz.

ilktin, baştın, öndeydin, tuş oldun
vardın, tamdın; herşeydin, yokoldun
ne olduysa oldu artık, boşver devam et
en azından kendinsin bak, sensin, burdasın.

senden adam olmaz adamım, sensiz de olmaz.
boşver sen böyle güzelsin, hiç dokunma olmaz.
son pişmanlık fayda etmez, gelsin bırak !
senden adam olmaz adamım, sensiz de olmaz. 
zardanadamımsın sen benim, iç keyfine bak.




Ohh iyi oldu beee :))

19 Aralık 2010 Pazar

Arayış

Ön bilgi: Aynadaki Aksim'in Kurgusal başlığı altındaki hikayesinde eksik ne vardı? Bunu arıyoruz.

Eleni neden kaçıyor. 56 yaşına gelmiş ama hala kaçıyor muydu? Hayır dostlar. Eleni bir kaçışın tam aksine bir arayış içinde uzaklaşıyor. Doğduğu, büyüdüğü, aşık olduğu belki de öleceği kasabadan. Bir gün aradığı şeyin ne olduğunu anladı babası. Yaşlı adam ona çocukken yaşadığı evi, mahalleyi anlatırken Eleni'nin kafasında oturuyordu bir bir taşlar. Aradığı cevabı bulabilirdi bu çocukluğun içinde.

Peki Eleni ne arıyordu? Eleni aşkını toprağa verdikten sonra mutluluğu arıyordu. Yarım asır bu kasabada bulduğu mutluluk artık ondan çok uzaklardaydı. Babasının anlattığı o yerleri görmesi gerekiyordu. Orada bulabilirdi belki. Hem babasının şehri. Eleni'de buranın bir parçası sayılırdı.

Hemen ilk fırsatta o yöne gidecek olan bir ticaret gemisine atladı. Uzun süren bu yolculuğun ardından Eleni gözlerini açtığında dehşete kapılmış gibiydi. Burası çok büyüktü ve müthiş bir korku sarmıştı içini. Napoli limanına indiğinde gördüğü kalabalık ve büyük gemiler onu daha da korkutmuştu. Bu korku çok fazla sürmedi bir kaç zaman sonra hemen alıştı. Her gün bu limana gelir. Tunus'a, Korsika'ya, Sicilya'ya giden ve oradan gelen feribotlarda bulunan insanları izlerdi. ,

Babasının  büyüdüğü mahalleye yerleşti. Tam 6 yıl oldu buraya taşınalı. Mahallede yerli yabancı bir çok insan yaşıyordu. Fakat hep sevgi vardı yüreklerinde. Belli ki babasının yüreğine de buradan serpilmişti o sevgiler. Ona çocuklar "grek teyze" der. Peşinden hiç ayrılmazlardı. Birlikte limana iner martılarla oynaşırlardı. Çok sevilmişti Eleni. O da sevmişti bu Arnavut kaldırımlı şirin mahalleyi. Mutluluğu bulmuştu sanırım. Evine döndüğü zaman böyle bir günün ardından o dinlediği mükemmel Grek ezgileri mutluluğuna mutluluk katardı her seferinde.

Belki o çocuklardan birisi de Angelino idi kim bilir.


Dipçik Not: Bu hikaye devam eder mimlenirsiniz. Siz devam ettirin diyeceğim ama Aksi herkesleri mimlemiş E o zaman tüm okuyanlara bir mimdir bu. Haydi hikayemiz yarım kalmasın.:)

18 Aralık 2010 Cumartesi

Akılsız Başım

Neden senin bütün cezanı ayaklarım çekiyor. Ahh akılsız başım benim. Artık senin yüzünden koşuşturmaktan, beklemekten, ıslanmaktan yoruldu bu ayaklar. Artık gitmek istemeyecekler senin götürdüğün hiçbir yere. Ama yok onlar senin gibi değil. Ne desen "he" diyecekler. Yazık değil mi onlara.

Ah akılsız başım bir kez olsun güldür şunları diye ağlanıp dururum. Bugün akılsız sıfatı kalkmıştı ortadan sanki sabah bir çift yün çorapla ödüllendirilen dingin ayaklar. Akşama kadar bir  o yana bir bu yana koşturmadı da. Sakince oturdular efkarlı şarkılar duydular. Hiç yorgun değillerdi. Başımda akılsız değildi. Ama bu sefer ayaklarım dingin başım yorgundu.

Yorgundu  sorulardan, sorgulardan. Bitmişti arayışlardan. Kaç zamandır küskündü bu hayata. Bu kez ayaklar aldı götürdü onu. Sabah aldığı o hediyenin bir anlamı olmalıydı. Belki koşuşturmaktan yoruluyordu ama böyle beklediği zaman sıcak yün çorapların içinde hiç bir şey yapmadan. Bir kere buna alışık değildi. İkincisi bu akılsız kafayı seviyordu. Az yok tepmedi onunla. Bu kez akılsız ayakların peşinde takıldı yorgun kafa.

Kendisini boğazın kenarında çay bahçesinde gördü en son. Ayakların canı çıkmıştı yine ama biraz olsun rahatlatmıştı o kafayı onun sevinci de katıldı yün çorapların içine.

Akşam eve gelindiğinde ayaklar şişmiş bir vaziyette attılar kendini içeri. Kafa ise bir rahatlık içinde kuruldu koltuğa. Ayaklar şişmiş ama sevinçli. Kafa dingin ve umutlu.

"Kafa şişer, ayaklar yorgundur. Ayaklar şişer kafa olgundur."

Haydi Miskinim selametle. Zuihitsu'ya teşekkürler.

15 Aralık 2010 Çarşamba

Vaktin Varsa Eğer...

"Biraz vaktin var mı ? Vaktin varsa eğer gel oturalım bir çay içelim. " dedi.

Hemen " Tabiki de " dedim.

Gittik güzel bir mekana ısıtıcı yanınca çok sıcak, sönünce de çok soğuk olan bir mekan.  İki kez açıp kapandı ısıtıcı. Başladık konuşmaya. Anlatılacak çok şey vardı belli ki. Ben çayımı sigaramı içerken o anlatıyordu. Anlattıkça göz bebeklerim büyüdü ve tüm dikkatimi ona verdim. Durmadan gülümsüyordu ve susmuyordu. Bu durumdan rahatsız değildim pek tabi ki. Çaylar tazeleniyor sigaralar yeniden yanıyor. Zaman geçmesin istesek de akıp gidiyordu. Gözlerim parıldıyordu bunu hissedebiliyordum.

Isıtıcı çoktan sönmüş ama üşümüyoruz. Çay sıcak hala, içtikçe çoğalıyor mu ne? Tüm sıcaklığını havaya aksetmişti karşımda oturan. Üşümedik bu kadar sıcak olamazdı. Ama üşümedik.

Kalkma vakit gelmişti. Hesabı da ödedi. Sıcak bir gülümse ve muhteşem bir saygı ile aramızdan ayrıldı. Ama "şimdilik" dedi. "Sonra tekrar görüşeceğiz elbet" diyerek gecenin içerisinde ilerledi.

Sorularım vardı ona ama. Hepsi içimde kaldı diyemem. Soruları sormama gerek bırakmadı. Sakince cevapladı her birini aslında.Mutlu etti beni. Yetmez miydi?

Ne zaman ona karşı inancım zayıflasa çıkıyor işte karşıma. Bugün de farklı iki bedende karşımda çay içiyordu. Bu AŞK olmalıydı seyrettim onu tek kelime etmeden. Mutlu etti beni. Yetmez miydi?

11 Aralık 2010 Cumartesi

Perde

Kaç perdeden ibaretti hayatımız? Neresinde duruyoruz bu perdenin? Önünde miyiz? Arkasında mı kaldık yoksa? 
Ne kadar sürer bu oyun? Daha çok mu sürecekti. Ne zaman biter? Bu paranoya devam ederse kaç bin soru sorabilirim?

Yetmez hiç bir zaman cevaplar. Her cevap yeni sorunun annesi olur. Perdeler kapanır perdeler açılır. Her seferinde farklı oyunlar sergilenir hayata dair. Eğlenceli, komik, duygusal, dramatik oyunlar. Aşk oyunları. Her biri sergilenir perdenin önünde. Ağlatır, güldürür, eğlendirir ve düşündürür. Mutlak sonuç yoktur. O sonuç bizde saklıdır her zaman. Mutlak sonuca biz ulaşırız perdenin arkasında. 

Gizlendiğimiz perdelerin ardında bulduğumuz sonuçlar bize gerçekleri mi gösterir. Yoksa sadece bir oyundan ibaret olduğunu mu hayatın. Anlamak işimize gelmez. Yaşamak varken, yaşamı anlamak için neden boşa caba harcasın insanlar. Oyun oynanır perde kapanır. Bu kadar basit.

Çözemediğim en basit problem bu olsa gerek. Yoksa anlarım matematikten falan ama çözemem bu denklemi. Çıkmazlarda bırakır hep beni. Yanlış bile olsa bir sonuç bile bulamam. Yanlışa götürecek yola girmediğim için mi? Bir yol bulamadığım için mi? Denklemler büyür beynimde. Çözemem kendimi düğümler karmaşık bir hal alır.

 Çözemem kendimi. En sağlam düğümlerin basit olduğunu bildiğim halde.

8 Aralık 2010 Çarşamba

Sucuk

Sevmezdin hiç sucuğu falan.
Sabah kahvaltısında önüme koyarın,
Bana hep sucuklu yumurta yapardın.
Sucuklarını, bana bırakırdın.

Ekmeği banarken yumurtaya,
Üç şeker atarken çaya,
Gözlerin dönüşürdü aya.
Ben, bakakalırıdım sana.

Sucuk bana,
Yumurta sana ,
Aynı sahanda.





6 Aralık 2010 Pazartesi

Şehrin Yangını

Ne yağmurlar, ne seller biriktirdi bu baraj gerisinde. Bulutlara sesledi çoğu zaman " gelin dökün bana içinizi". Sellere meydan okudu. Sakinleştirdi dağları tepeleri yırtan azgın suları. Hep ona güvendi Şehir. 

"Nasıl olsa o bizi korur bu sellerden" dedi çoğu zaman. Aldırış etmedi yağan yağmura üzerindeki kara bulutlara. Devam etti acımasız yaşamına kimilerini güldürdü çoğunu da ağlattı bu şehir. Küstürdü bütün yağmur yüklenen bulutları. Barajın samimiliğine güvendi bu kez bulutlar. Her seferinde Şehirden kaçıp gittiler ona ve onun arkasındaki birikimde huzur buldular. Bıraktılar içinden geçenleri. 

Şehir küstürdü yağmurları. Kızgınlığına derman olan yağmurlar yoktu artık onun için. Şehir ağladı bu kez. Dinmek bilmeyen kızgınlığı ile tutuştu Şehir. Yanıyordu cayır cayır. Çareyi o arkasındaki barajda aradı tekrar. 

Ardında o kadar deli çayları biriktiren baraj tekrar koştu yardıma. Direnmeyi bıraktı sulara teslim etti ruhunu o dostum dediği yağmurlara. Şehrin üzerine doğru gitti baraj ve bütün biriktiği yağmurlar ile. 

O azgın sel suları vardı Şehre. Şehrin yangınını dindirmeye. Yangın bitti ama o küskün bulutların burukluğu geçmemişti hala. Tekrar buluştular Şehirle. Bu sefer bırakmadılar Şehri. O azgın sel sularına katıp alıp götürdüler Şehride yanlarında. Şehri vurdular kayalara vurdular ovalara ve en sonunda kavuştular engin denizlere Şehir ile birlikte. 


5 Aralık 2010 Pazar

Ah şu havalar...

Dengesizlik diz boyu. Dün neydik bugün ne olduk. Dün hafif bir lodos ve beraberinde ılıman bir hava. Bugün poyrazın getirdiği ayaz. Ayazda kalmış bir yürek. Hepsinin ortasında kalan da ben.

Dün de eksikti, bugün yine eksik. Hava bu kadar değişirken. Benim havamda bir değişiklik yine yok. Eksik bir şey var havada. Arıyorum umarsızca. Kalkıyorum oturduğum yerden. Çıkıyorum dışarı aramaya devam ediyorum. İniyorum rıhtıma. Çıkıyorum modaya. Arıyorum.

Herkesin havasında bir değişiklik var düne göre. Kimisi beresini takmış kafasına. Kimisi de takmış sevgilisini koluna. Bir şekilde ısıtıyorlar üşüyen bedenleri. Ben yine kendi havamdayım.

Sıcak ?
Hayır
Soğuk ?
Hayır

Hiç biri değil eksik bir şey var benim havamda. Deniz kokusu geliyor burnuma. Buldum diyorum koşuyorum kıyaya. Deniz kokusu mu martıların çığlıkları mı eksikti havamda. Yok yok bunlarda tamam. Devam ediyorum aramaya " Bulsam " diyorum. Düşündükçe " Bulsam, hemen tamamlarım. O zaman mutlu bir şekilde evime dönebilirim. " diyorum.

Oturuyorum soğuğa aldırış etmeden bir çay bahçesine. Çayım geliyor. Derken kulaklığımdan fısıldıyor Ezginin günlüğü. Eksik bir şey mi var. Çayım sigaram her şeyim tamam. " Eksik bir şey var" diyorum.

Sonunda buluyorum. Bulmuş olmanın verdiği tebessüm yüzüme yansıyor. Sevgilin kokusu eksik gelmiyor burnuma. Havamda aşkın eksiliğin buluyorum. "Sorun belliyse çözümde vardır elbet." diyorum ve tekrar aramaya başlıyorum. O sırada tekrar fısıldıyor kulaklığımdan Ezginin günlüğü." Aşkı arama çıkagelir gecelerin peşine takılır". Söz dinlemeyen bir çocuk olsam da. Vazgeçiyorum aramaktan. Geceleri bekliyorum artık. Peşinde neyi getirecek bana ya da neleri götürecek benden.

Neyleyeyim sevgilin kokusunu bana getirmeyen havayı ister sıcak olsun ister buz kessin.

3 Aralık 2010 Cuma

Elbet Büyürsün Sende..

Tabi ki. Sen de büyürsün bir gün sadece anıları kalır çocukluğunun. 


Aynadaki Aksim bana sormuş: “Çocukluğunuzdan bu yana sizinle beraber olan, sizden bıkmayan ve sizin vazgeçemediğiniz huylarınız nelerdir?” 


Bir çocuğun bu soruyu cevap vermesi hayli zor. Ben de epey zorlanıyorum açıkcası. Vazgeçemediğimiz huylarımız? Çocukluğumdan vazgeçmiş değilim ki. Ne kadar zaman geçerse geçsin vazgeçecek gibi de değilim.
Hayat ne kadar zorlukları önüme sunsa da hayat. Bana sorumluluklar yüklese de bu çocuğu kaybetmeye gücü yetmez. Belki yorulur bu çocuk, belki de küser hayata ama vazgeçmez hiç bir zaman çocuk olmaktan. 


İşte ben çocukluğumu getirdim o zamandan. Dün çocuktum, bugün büyüdüm yine çocuğum, yarın yaşlanırım o zaman yine çocuk kalacağım. Bedenim vazgeçebilir ondan ama ruhum asla. 


Elbette. Büyürüm ben de çocukluğum da kalır benle.





2 Aralık 2010 Perşembe

Hikayeler Anlatıldı

Hikayeler anlatıldı. Aşk, meşk, mutluluk üstüne. Ben neyi anlatayım daha size dostlarım. Yetmedi mi anlatılanlar. Özetmi geçeyim? Ne yapayım ? Bilemedim ki.
Şu hiç gereği olmayan girişten sonra. Asıl konuya gelelim.Sevgili Zuihitsu beni bir konu hakkında mimlemiş. Aldım pasın. Karşı tribünler önünde sol taç çizgisine yakın bir noktada yakaladım topu. Önümdeki boş alanı kullanıp orta çizgisine kadar indim. Kafamı kaldırıp pasa atacak arkadaş aradım. Baktım kimse yok. Ben tek siz hepiniz madem. Ben vurdum topu dışarı. Hemen sakatlanmış numarası yaptım ve sağlık görevlilerini çağırttım. Oh sedyede geldi yata yata çıktım oyundan. Şimdi kulübede kitap okuyayım biraz. Maçın pek tadı yok. Kitap kurdu falan değilim ki ben ne diye kitap okuyorum şimdi. Dur şu arkada tribünde sarışın bir hatun vardı onu keseyim.

Bu hikayede burada bitti. Şimdi uyuma zamanı bende uslu bir çocuk olursam gargamel olabilirim değil mi. E madem ki uslu çocuk olunca şirinleri göreceğim o zaman gargamel en uslu çocuğumuz olmalı bence. Her allahın günü şirin kovalıyor adam. O kadar uslu yani.

Konuyu bir türlü şu acayip sorulara getiremeyecek gibi dursam da. Geldik geldik Hadi inin geldik diyorum.

Konumuz kitaplar derdimiz cevaplar. Başlayalım o zaman:

Okumama gerek olmayan kitaplar : Şimdi nedir bunlar. Necidir. Tabi ki geçtiğim derslerin kitaplarını bir daha tövbe açıp bakmam. Hemen anında unuturum. Bu durum çokta hoşuma gider. Geçeyim şu dersi de unutayım okuduğum ne varsa diye harıl harıl ders çalışmışlığım bile oldu.

Uzun zamandır okumayı düşündüğüm kitaplar:  Uzun zamandır sadece kitap okumaya başlamak istiyordum. Nihayet bunu başardım. Askerden dönünce ne olduğumu bilemedim dönüş zor oldu. Ama döndük yine buralardayız. Nerede karşıma çıktı ama "Bir kentin morg alfabesi " adında bir kitapla rastlaştım. Nedir falan diye baktım ama şimdi unuttum yine Onu alayım diyorum. Bir de Mevlana (Rubailer) var elimde okusam iyi olacak.

Uzun zamandır aramayıp bulamadığım kitap:  Aramadığım dan dolayı bulamıyor olduğumu düşündüğüm kitaptır kendisi. Ne kadınlar sevdim zaten yoktular.

Şu an üzerinde çalıştığım konu ile ilgili kitaplar: Şu an hiç bir konu üzerinde çalışmıyorum ki. Patoloji laboratuvarında çalışıyorum ama konudan haz etmiyorum. Kitaplarda 1600 sayfalık tıbbi patoloji falan bir de ingilizce. Açıp resimlerine bile bakmıyorum yeminle. Zaten bir konu hakkında çalışsam. Hemen google'a yazar oradan ne kadar kaynak varsa indirir bakarım. Google diye bir şey var. Hay gözünü seveyim.

Her olasılığa karşı elimin altında olsun dediğim kitaplar:  Elektrik , su falan kesilirse ne yapacağım şimdi elimin altına kitap alayım hemen. Olasılıklar ne ki ya her olasılığa karşı deyince aklıma. Elektrik, su ,doğal gaz ya da ne bileyim doğal afetler falan geliyor. Trafik kazası geldi mesela aklıma hemen ilk yardım kitabı olsun dedim. Ama her olasılığı değerlendirmek gerekiyorsa wikipedia iyi bir çözüm olur. Ansiklopedi mi taşıyacağım birde. Ama yinede elimin altına bir Friedrich Nietzsche olsun.Böyle buyurdu zerdüşt olur. Ece homo olur. İnsanca pek insanca olur. Olur ne bileyim. Birde Atilla İlhan'ın şiirleri olsun.

Kitaplığımda öteki kitaplara eşlik etmesi için gerek duyduğum kitaplar: Bütün kitaplar zaten tek başına hayata meydan okurcasına dururken. Onlara acır gibi "aaa sen yalnız kalma .Sana bak mimnoş teyzeden cıvıklıkları alayım yanında dursun da eğlenin" dersem. Onlara saygısızlık olur. Hepsi tek başına da gayet güzel. Yalnızlık değil onların ki. Haa seri halindedir kitap. Oradan biri derki " Abi onu okuduysan şunu da oku daha bir anlayacaksın ne dediği" diye bir çıkış yapar. Hakikaten de öyleyse alınır tabi neden alınmasın. Soruyu cevaplamayı unutmuşum bak bir sürü kalabalık ettim. Vakit zamanında Atilla İlhan bütün şiirleri diye 6 vardı ince ince. Okulda bir tanesini aldım sonra yok dedim bu böyle olmayacak hepsini almıştım. Şimdi de mesela Kafka'nın ne kadar kitabı varsa alayım diyorum. Aslında kitaplar yalnız durmayı beceriyorlar ama hepsi beraberken daha mı güzel oluyor ne ?

Bende beklenmedik ve çılgınca bir ilgi uyandıran, üstelik buna haklı bir gerekçe bulamadığım kitaplar: Bu soruyu pas geçiyorum. Ne yapayım yani. Tamam çılgınca ilgi uyandıran kitap olabilir ama buna gerekçe bulamadığım eklenince işler zorlaştı.

Çok uzun zaman önce okumuş olsam da yeniden okumak isteyeceğim kitaplar: Daha yeni böyle bir durum yaşadım. Hemen üstü kapalı anlatayım. Aksi 4 gün önce bana "Martı Johathan Livingston " hikaye kitabını hediye etti. Sağolsun. Ben de yıllar sonra tekrar okumuş oldum. Hikaye genel olarak hep aklımda olsa da. Tekrar okuyunca tekrardan sevdim. Sonra tekrar yine okurum. Bir Anlayamadığım kitaplar oluyor bazen onları tekrar okuma gereği hissediyorum. Genelde araştırma ve bilgi içeren kitaplar da oluyor bu olay. Bu hikaye kitaplarını tekrar okuyasım geldi benim şimdi martıyı okuyunca. Don Kişot, Bremen Mızıkacıları, Oliver Twist bunları kısa zamanda tekrardan okusam mı diye düşünüyorum. Birde unuuyorum okuduğumu o yüzden sevsem de sevmesem de bazen geri dönmek zorunda kalabiliyorum. O çok iyi olmuyor.

Hep okumuş numarası yaptığım fakat ama artık gerçekten okumanın zamanı geldiği kitaplar: Soruyu tam olarak anlamış değilim. Anladığım kadarıyla özet geçeyim; ilkokulda hoca özet çıkarın diye kitap vermişti bende okumadım o kitabı adını bile hatırlamıyorum. Şimdi okuma zamanı geldi desem nerden bulacağım.O değil de hoca okudun mu diye sorduğunda evet deyip özeti vermem. Sonra da onu kitapla ilgili sorular sorması hiç hoş olmamıştı. Baya bildiğin rezil olmuştum. O yüzden okumadıysam okumamışımdır. Zaten çok ta kitap okuyan biri değilimdir. Bununla övünecek değilim ama durduk yere sallayıp ta sonra rezil olmayı da hiç sevmem.

Görevimi yerine getirmenin verdiği mutluluk ile aranızdan ayrılıyorum.