2 Ocak 2016 Cumartesi

#yüzük


Çember, daire, halka, dünya...
Ne dersen de.
Nerede başlıyor?
Nerede bitiyor? Var mı cevabı?
Yok değil mi...

Yok işte zorlama.
Ne zaman doğdun?
Ne zaman öleceksin?
Bu döngü ne zaman bitecek?
Yok değil mi hala bir yanıt.
Peki ya hayat?
O da öyle değil mi...

      Dolunay vurmuş bir ırmağa ve yansıyan ışıkla ormanı aydınlatır. Ormanın aydınlığı sincaba yol gösterir. Oysa baykuşun bu aydınlığa ihtiyacı yok. Benim aydınlığım sana karanlık oluyorsa neyleyeyim o aydınlığı der mi sincap? Baykuş sincaba sen yoluna git ben beklerim der mi ?
 
      Diyemiyorlar hiç birini. Çünkü devam etmek zorunda bu döngü. Hayatın kuralı!
Hayat = döngü ya da bir "ring" sen ne dersin bilemem.

      Ben de bilemem ne başlangıcı, ne de biteceği yeri. O yüzden hep ortasındayızdır. Başlasın bu döngü diyen biz değildik. E tabi bitsin diyecek de değiliz. Bitecek biliyoruz, başladığı gibi...

      Biz bu çemberin içindeyiz ya da üzerinde her neyse, dönüyoruz durmadan.
 
      "Feleğin çemberi" 'inden geçen ustalar bu hususta çokça laf ettiler. Bir sonuca varalım istedik ama olmuyor.

     Sonuç olarak bu döngüde " Evvelim sen idin, ahirim sensin " demek. Bize bir yüzüğün hikayesini anlatabilir belki.

     Ben biraz zor anlatırım....

4 Aralık 2015 Cuma

#brit



       Akif okuldan yeni dönmüştü, bugün ek dersi olması sebebiyle anca bu saatte eve dönebildi. Arkadaşları çoktan sokakta top oynamaya başlamış, hatta maçın yarısına gelmişlerdi. Akif devre arasından sonra anca maça girebildi.

      Fakat bu hevesi fazla sürmedi. Akif daha bir gol bile atamamışken annesi onu çağırdı evden. Akşam ezanı okunmamıştı oysa, babası da gelmedi henüz ne olabilirdi ki.


      "Ne ver anne ya noldu" diye bağırdı Akif. Annesi ne olduğunu söylese oğlunun gelmeyeceğini bildiği için " Gel bi beş dakika işim var, sonra tekrar devam edersin yavrum" dedi. Akif geri dönüş garantisi olduğu için çaresiz gitti eve.


      Annesi yatak odası ve oturma odasının perdelerini yıkamıştı ve asmak tabi ki  Akif'in işiydi. Üç pencere altı perde ve dışarıda devam eden maç, kaçış yok. Akif derhal işe koyuldu. Perdeleri takti takmasına fakat kornişin sonuna brit takmadı. İndi aşağı kısa süre sağa sola bakındıktan sonra masanın üzerinde duran takvim yaprağını katlayarak hemencecik bir brit yapmış oldu. Onları da iyice sıkıştırıp sokağa fırladı. Annesi Akif'in bu hızına hem sevinmiş hem de şaşırmıştı. Fakat Akif'in yaptığı briti görünce daha da şaşırdı. Annesi elinde kalan hazır aldığı britleri ne yapacağını bilemeden gezindi bir süre evin içinde.

      Halbuki annesi daha önce britleri bulup almak için çarşı pazar çok yer gezdi. Epey zaman harcadıktan sonra bir miktar da para harcadı ve sonrasında bunun mutluluğu ile eve döndü.

      Fakat Akif henüz bir çocuktu zamanını ve olmayan parasını harcamadan çok daha iyisini yapmıştı. İşte Akif'in annesi sisteme uyum sağlamış ve kornişin sonuna bir kağıt parçasını sıkıştırmayı bile düşünmeden hemen hazır varolanı almak için çarşı pazar koşturmuştu.

    Çünkü tüketmeye hazır ve düşünüp üretmekten uzak olmayı emrediyordu bu sistem. Oysa biraz düşünmek yetiyordu bir şeyler üretmeye.

     İşte sistem bize " Sen düşünme biz senin yerine düşündük ve senin için en iyisini ürettik zaten. Senin yapman gereken biraz zaman ve para harcayıp buna sahip olabilirsin." diyordu.

     Sistem insanların cebinden paralarını ve zamanlarını çalarken. Gelecek sadece düşünceden ve üretimden yanaydı.

     Tıpkı Akif gibi...




#elek


        Hasanpaşa çarşısında güneş üzerimize vururdu önceden. Girişte solda zerzavatçı Mahmut ilerleyen yaşına rağmen sabah Zagnos Paşa caminden çıkar gelir bizi kapının önündeki tezgaha dizer, akşam ezanından önce içeri alır ardından yine camiye giderdi.

        Gün boyu kaldırımdan geçenleri izler ve eğlenirdik. En yakın arkadaşım mavi plastik çerçeveli bir süzgeçti önce o gitti. Ardından üniversiteliler kaldırımdan geçmez olmuştu.  Sanırım yaz gelmişti. Çünkü güneş artık keyif değil acı veriyordu.

       Acı çekmeye başladığım bu günlerden bir gün. Köylü garajına doğru koşar adım giderken bşrden durup bana bakan Saliha'yı hatırlıyorum. Biran baktı ve hemen aldı beni eline. Mahmut'a bir kaç kağıt parçası verdi ve yuvarlak demir bir şeyler alıp cebine attı. Yeşil kötü kokan bir poşete koydu beni. Yine koşarak yola devam ettik. Sanırım arkadaşımınki gibi benim de hayatım değişiyordu. Hissediyordum, Sındırgı minibüsüne bindik. Beni bir köşeye attı Saliha. Sanırım yolumuz uzun hiç bir şey göremiyorum ve sağa sola savrulup vurmaktan baygın düşmüşüm.

        Kendime geldiğimde her yer çok karanlıktı. Neyse ki kötü kokan poşet yoktu artık ve sabit duruyordum. Karanlık beni korkutuyordu fakat rutubet ciğerlerimi sızlatır olmuştu. Bir de üzerimde bir ağırlık ki sormayın. Hiç birinin sebebini  bilmiyor ve kahroluyordum. "Bari şu rutubet olmasa" diyor ve ağlıyordum artık.

      Sanırım ağır bir suç işleyip bir hücreye atılmıştım. Bir sonra buna inanmıştım fakat suçum neydi. Bilimiyordum ve kendime bir suç aramaya çalıştım uzun zaman. Tabi hiç bir şey gelmedi aklıma.
       
      Bir zaman sonra ölmeyi beklerken Saliha aldı beni oradan. Yine bilmediğim bir yere götürdü. Işığı görünce kör olmuş gibi oldum ve hiç bir şey göremedim uzun bir süre. Gözümü açabildiğim zaman fark ettim bir depodayım sanırım ve tozlu bir çuvalın üzerinde duruyorum. Saliha aldı beni ellerinin arasına ve komşusu olacak o kadın ize üzerime sürekli toz atıyor. Öksürüyorum, boğulacak gibi olsam da kadın durmadan atmaya devam ediyordu. Saliha da bir o yana bir bu yana sallıyordu beni. Toz üzerime atıldıkça ondan kurtuluyorum fakat bazı çöplerden kurtulamıyordum. Kalan çöpler sırtımda savruldukça gıdıklanıyor ve gülüyorum ama o kadın hala toz atıyor beyaz beyaz boğulmadığım için kendime şaşıyorum artık. Neyse ki Saliha bana acıdı ve üzerimdeki çöpleri başka yere döktü de rahatladım. Komşusu olacak o kadın " Bu kadar un yeter abla" dedi. Bunun üzerine Saliha beni yine bi yere götürdü.

      Mutfak olmalı burası. Su akan tezgahta beni yıkayıp  tezgahın altına o karanlık rutubetli yere geri koydu. Şimdi nerede olduğumu biliyorum fakat hala suçumu bilmiyorum. Acaba affetmişti de güldüm diye mi attı tekrar beni buraya?

      Saliha ve komşusu olacak o kadın ayda bir bana bunu yapar oldular. Onlardan nefret ediyorum artık bundan eminim. Nasıl kurtulurum ki buradan hiç arkadaşım da yok ki. Burada süzgeçi çok özlüyorum. Kim bilir ona neler yapıyordurlar şimdi...





1 Haziran 2014 Pazar

Kederli tavuk


   
 Karşı komşumuz imam efendinin tavuğunun hazin hikayesine hoşgeldiniz sevgili rengarek mandallar ile
süslenmiş komşu balkondaki teyzeler.

        Sakin bir gün geçerken balkonda oturmuş sokağı seyredip çay içerken tüm mahalle olarak yükselen acayip seslere dikkat kesildik birden. Sesler imam efendinin tavuğundan başkasına ait değildi. Onu ve arkadaşları tüm mahalle sahip çıkar, sever, okşar. Sokağın maskotu onlardır bir yerde. Çığlık atan bu sevgili maskotumuzun peşinde onu yemek isteyen bir köpek olduğu içindi bunca yaygara. Tanımadığımız bir köpekti kahverengi orta boylu renkli gözleri büyüleyici şekildeydi.

      Maskotumuzu köşeye sıkıştırıp onu ağzına alıp kaçmayı planlıyordu şüphesiz. İlk adımı başarmıştı kahverengi tavuğu ağzına aldığında tüm balkon halkları sokağa dökülüp kahverengiyi kovalayıp maskotu kurtarmaya seferber oldu. Sokağın bu dayanışması karşısın şaşkına dönen kahverengi maskotu bırakıp kendi canını kurtardığına şükrediyor olmalıydı. Zira kaçması bunu açıklayabiliyordu.

       Bütün bu olaylar ile mahalle ayağa kalkmışken imam efendi o güzel uykusundan maceranın sonunda ancak uyanabilmiş olayları anlamaya çalışırken korkmuş olan tavuğu kuçaklayıp evin yolunu tutmuştu ve insanların neden tavuğun peşinde olduğunu asla anlayamadı. Onun için tavuk yumurtalayan ve zamını gelince kesilip sofraları şendilerecek kendi bahçesinde kümesi olan bir hayvandı sadece.

27 Ekim 2013 Pazar

Değişen bir şey olmayacak...

Hayatın anlamını arayan dostlarımıza bir hatırlatmadır. 



Bulsanız da bulmasanız da değişen bir şey olmayacak ;)

2 Mayıs 2013 Perşembe

Eksik Olsada


       Borç yiğidin kamçısıdır.

      Bu sözü çok kullanmış olabilirim hayatımda fakat bu sözü idrak ettiğim az zamanlardan birindeyim. Durumu anlamak için maddi olarak borçlanmak pek yeterli değil çünkü bu borç bir şekilde ödenir bize kredi veren bir bankaya teşekkür etmeyiz ama ona borçlanırız ve her seferinde küfürler ederiz bu parayı öderken. Bu nasıl bir kamçı olabilir ki?  Kamçıdan ziyade bir yük taşıması zor olan, fakat taşınabilir sıkıntı yok.
     Manevi açıdan düşündüğüm zaman gerçekten bir kamçı olabilir işte. Bazı insanlar sizi sizden daha çok sevebilir kan bağınız falan da yoktur hani anlam vermek zordur fakat seviliyorsunuzdur işte. Bunun için bu insanlara borçlanırsınız sevgiyle borçlanırsanız. Bunu ödemek için bir teşekkür yetmez bunu fark edersiniz. İşte bu sevgi sizin borcunuz olursa eğer bu kamçı sizi ileriye daha fazlasına koşturmaya yeter. Böyle borçları olmalı insanın onu daha çok ateşlemeli.
       Burada yiğitlik nasıl olmalı dersleri vermiyorum ya da öyle yiğit olduğumu falan da söylemiyorum fakat benim böyle borçlarım var ödemesi zor ve güzel. Özledim dedikleri zaman yanlarında olamadığım için kendimden utandığım insanlar var bütün borcum onlara. Teşekkür ediyorum fakat yeterli değil bunu biliyorum.
       

4 Nisan 2013 Perşembe

Ateşi Gözlerinden Almıştım...( Ne iyi etmişim diyeceğim)







Ateşi gözlerinden almıştım
Hangi dağın volkanıydın
İçime erirken üşürdüm
Şimdi yaktığından arta kalandır yüreğim
Yokluğunun dumanı tüter gözlerimde
Yalnızım
Yüreğimin cesetini taşıyorum
Göğüs tahtamda
Sigara gibi söndürüyorum
Dilimdeki ateşi
Ve en uzak yıldızlar gibi
Susuyorum
Bağ bozumuyum
Kuşlarca kirpiklerime tüner
Yüzümün gurbet yollarına dökülür
Gözyaşlarım
Susarsam
Gece ormanlarınca ürperirim
İçim acır bilmez misin?
Acırsam sürülmüş tarlalarca derinden
İçim acır
Yangın başlar yaralarımda
Eylül senle birlikte yağmurları da götürdü
Küle dönerim
Gözlerin zülfün telinden bir tuzaktı
Kınından çıkmış pusuda bir bıçaktı
Ellerinin suskun soğukluğunda
Bozkır çalıları gibi kararıp kaldım ara yerde
Tutunduğum dağla sustum
Dağ gibi sustum
Artık tamamlanmıştır yalnızlığım

Düşlerimin uçuruma sürüklendiği yerdeyim
Şimdi yanımda olsan
Ellerin gezinseydi alnımın sürgün çizgilerinde
Acılarım böyle koymazdı bana
Sevinç şarkıları terketmezdi
Keder denizinde boğulmazdım
Kalbim; buz dağı
Sen yanımda olsaydın üşümezdim
Yüreğimin gün gören yerinde gül büyüteceğim
Bir gülümsemeyle yüzüme taşıyacağım
İki damlacık kirpiklerime tırmanacak sevinçten
Ne iyi etmişim diyeceğim
Doğacak günü beklemekle
Ne iyi
Gök gözlerinde halaya dursun diye kırlangıçlar
Kederi ve kahrı bir su iştahıyla yenerek
Yeşertsin diye bu yürek
Güneşli bir günde bekleyeceğim gelişini
Güneşli bir günde...




       Öyle demiş şair biz daha güneşli günü bekliyoruz yolun başlarında bir yerlerde olmalıyız ki daha güneşli bir günde de bekleyecek çok şeyimiz var.