28 Şubat 2011 Pazartesi

İsimsiz Kahramanlar...

Sevgili Tesla'lar.
Hepimiz ilkokul, ortaokul, lise, üniversite, askerlik, iş yeri gibi kalabalık ve bizimle aynı sıfatta insanların bol olduğu ortamlarda bulunmuşuzdur ve bulunmaya devam ediyoruz belki de. Neden başladım ağlamaya. Anladıysan. Ver mendilin varsa yanında. Sümüğüm akmadan ver. Rezillik çıkarmayalım. Daha sonra sümüklü diye bir ismim olsun istemem. Zaten yeterince ismim oldu bu güne kadar. Okul sıralarında:
- arkadaki konuşan
- yandakinin kağıdına bakan
- çok konuşan
- gülen
- ayakta dikilen
- ceketsiz
- ...... kardeşi
- kopya çeken
- kravatsız
-
Üniversite de eklenenler:

- Uzun saçlı
- Küpeli
- Mavi kazaklı
- Dışarı bakan
- Geç gelen
- Uyuyan


Asker de ise:

- Uzun boylunun yanındaki
- Silahı yamuk tutan
- Ters adımda yürüyen
- Neftesi olmayan
- Palaskasını gevşek takan
- Denizli'li

Daha bunları uzatmak isterdim fakat sevgili Hüseyin Avni Akerler sizleri çok sıkmayayım.İşte bunlara birde sümüklü eklenmesin derdim. Ağlarsa anam ağlar gerisi yalan ağlar zaten. Bende yalandan ağlıyorken birde  ne gereği vardı. Zaten yeterince gereksiz sıfattan ibaret iken.
Bu kadar sıfat varken isim kullanmanın da gereği yok. Zaten isim kullanılıyorsa bilirim ki bir kıllık var bu işte. İsim ile başlayan cümle bilirim ki bir rica, istek ile bitecek. Heme hiç gereği olmayan yaparken küfürler edeceğim bir istek. O yüzden bu sıfatlar çok korkutucu değil.
 Minibüste para üstünün isim kullanılarak uzatılması korkunç olmaz mı ?
İsimler özel durumlarda özel zamanlarda kullanılır her zaman benim için bir aile ortamında mesela. Yoksa okulda, markette, gazete bayinde, vapurda, ekmek kuyruğunda ne önemi vardı adımın.
Saat kaç olmuş ben ne yapıyorum yaa. Ulan tespit yapılacak zaman mı şimdi. Ne var lan bunda herkes biliyor bunları ben neyin peşindeyim sevgili Gülnihaller.
Neyse işi şuraya bağlayıp gideyim. Benim hiç sevgili, aşkım,canım, son sigaram, sevdalı baykuşum diye bir sıfatım olmadı. Olacak durumlarda hep adımı kullandım. Bu durumla ilgili de bir sorunum yok. Oh ne rahatım.
Ne yalnızlık,ne hüzün, ne o eski şarkılar. Hiçbiri dokunmuyor senin yokluğun kadar. Diyerek gideyim. Bir de şunu ekliyorum: Gurbette yorgun düştüm be ceylan hasret tükettim bittim be ceylan.

İtik buruk bir çocuğum ben. Şaka lan bisikletim ve topum vardı lan ne itik buruk olucam. İstediğimi oynatırım istemediğimi oynatmam. Taş üstüyse gol derim yoksa topu alır giderim.

26 Şubat 2011 Cumartesi

Yağmurlu bir akşamdı

Evet sevgili Grekliler.
Yağmurlu bir akşamdı ve ben ılık şarabı almış şöminenin başında sevgilimle yağmuru izlerken son derece mutluydum. Bu an hiç bitmesin istedim ama kapıdan içeri giren sevgilimin babası bitirdi bu güzel atmosferi. Gelip " o şarap içiyoruz versene bir fırt" diyerek başlayan salça olma durumu, "şurada biraz ısınayım yağmur fena yağıyor dışarıda götüm dondu şerefsizim." derken zirve yapıyordu. İçimden kalkıp dövmek istedim bu aksi adamı. Ama adam sevdiğim kişinin babasıydı bir kere şimdi onu dövsem sevgilimden olucam. Bana " ne güzel yaptın oh eline sağlık geldi muhabbetin içine etti " diyecek değildi tabi. Anında kapının önünde bulurdum kendimi bu yağmurda nereye giderim ne yaparım diye düşündüm. Eve gitsem sobayı yakmak lazım o soba yanana kadar başında dikil onun yanmasını izle sıkıcı ve masraflı şeyler bunlar. Ne gereği vardı. Bende gülümseyerek adama "evet çok güzel yağıyor maşallah" dedim. Şarabımı da eline aldı bırakmıyor da. Bütün bunlar yetmezmiş gibi " kızım bi mutfağa git şöyle bir çerez, bir meyve tabağı gibi bir şeyler hazırla yemek yemek istemiyorum şimdi yersem akşama yiyemem" deyip. Kızı da yolladı onun yerine oturdu. Ben ve sevgilimin babası karşılık oturmuş yağmuru seyrediyoruz. Kaçmam gerekiyor bu ortamdan diye düşünüp " ben yardım edeyim " diyerek ayağa kalktım. Mutfağa kaçmaktı tek amacım ama olmadı sevgili dostlarım. O adam "otur ya hazırlar ne olacak altı üstü iki tabak değil mi " dedi ve beni oturtu yerime. Bari şarap alayım dedim onun için kalkacakken kızın şarabını uzattı bana " içemez o al bunu iç zai olmasın" dedi. bir türlü kurtulamıyordum sevgili dostlarım. Derken adam "yazık valla " dedi. O anda anladım yine ülkenin durumunda bahsedilecek ve gençlere yüklenilecek. Muhakkak kaçmam gerekiyordu. Hiç çalışmadığım yerden konuya girip bize giydiriyordu adam. Bir kere de demedi ki " yahu söz, nişan ne zaman evladım ne zamana düğün yapıyoruz." Bu ne rahatlıktı adamdaki. Benim kızın babasını yolda görünce bile beni tanır diyerek tırs tırs kaçmam gerekiyor ken oturmuş karşlılık şarap içiyoruz ve ülkeyi kurtarıyoruz. Olacak iş değil aklım almıyordu. Ülke rakı masasında üç yaşlı iki genç ile kurtarılır. Böyle bir kompozisyona uygun değil bu meseleler. Kurtulmanın yolunu bulamazken sevgilim geldi elinde tabaklarla ortaya fiskos masasın üzerine bıraktı tabakları. "O siz muhabbete dalmışsınız benim dizim başlıyor canlarım size afiyet olsun" dedikten sonra televizyonu karşısına geçip oturdu. Ulan nasıl sevgili bu böyle zor durumda yanımda olmayacaksa bu durumda bana sırt çevirip dizi izleyecekse bırakalım bu işi kandırmayalım kendimizi diye içimden geçirdim. Son umudum da böylelikle bir dizi peşine takıldı gitti. Artık muhabbet dayanmaz hal aldı bende ne olacaksa olsun dedim artık.
Bir hışımla kalkıp montumu alıp kimseye bir şey demeden koşarak çıktım evden. Yağmur biraz azalmıştı. boş kaldırımlarda yağmur eşliğinde biraz ıslanayım romantik olur dedim otobüs durağına kadar yürüme kararı aldım. Kaldırımda az sayıda insan yürüyordu kimisinde şemsiye var kimisi yağmurluklu. Bir kaç çift geçti yanımda güle eğlene yürüyorlardı. Tabi onlarında şemsiyesi var. Ama ben beremi çıkarmış montun kapşonunu indir ıslanarak romantik bir yürüyüş peşindeydim tek başıma. Ta ki o poşetten yağmurluğu üzerine geçirmiş kağıt toplayan adam bana " Ne yapıyor lan bu salak amacı ne " dercesine bir bakış atana kadar baya ıslandım. Böyle yürümenin anlamsız olduğunu anlamama yardım eden o adama teşekkür edip beremi kapşonu takıp hızlı adımlarla otobüse gittim. Eve vardığımda soba yanmıyordu. Anama sobayı yakmasını bir de bana yemek ne varsa hazırlamasını söyledikten sonra dolaptan bir kaç mandalina alıp sobanın yandığı odaya geçip biraz ısındım yediğim mandalinanın kabuklarını sobanın üzerine attım. Üstten mandalina kabuklarını sıkarak ateşle nasıl alevlendiğini izledim. Bu beni çok mutlu ediyordu sevgili dostlarım. Daha sonra anam sobanın yandığını ve çorbanın hazır olduğu söyledi odama geçip sobaya sırtımı dönüp çorbamı içtim. Telefonumu sevgilimin evinde unuttuğum için beni arayamıyordu. Evi de bilmediği için gelemiyordu. Ben karnımı doyurduktan sonra televizyonun başına geçip dizi izlerken uyuyakalmışım.
Ertesi uyandığımda sevgilimin iş yerine gittim telefonum ondaydı bana biraz trip atsa da. "Almanya dan dayımlar gelecekti dün. 4 yıldır görmediğim dayımlar vardı ya onları unutmuşum ben, birden hatırlayınca kaçar gibi çıkmak zorunda kaldım panik yaptım resmen kusura bakma" dedim. O da "önemli olmadığını ve daha önce söylesem daha iyi olacağını" söyledi  bende "unutmuşum babana da ayıp oldu ona da söylersin çok ayıp oldu kusura bakmasın" derken gözlerim içi gülüyordu.

25 Şubat 2011 Cuma

Anlamsız

Sevgili Somaliler.
Bu gün ve dün olmak üzere iki gündür sağ ayağım dış kısmı diye tarif edebileceğimiz kısımda bir ağır nüksetti. Ne kadar anlamsız buldum bu ağrıyı sizlere anlatamam dostlarım. Durduk yere bir sabah uyanıyorsunuz ve ayağınız ağrıyor. Güne resmen sakat başlıyorsunuz. Bu ağrı ile sağ ayağımı ne kadar sevdiğimi aynı şekilde sol ayağımı da ne kadar çok sevdiğimi anladım. Sağ ayağım o lisede üniversite halı saha maçların içi ile orta açtığım gol attığım sevinmemi sağlayan o sağ ayağım. Sol ayağımla orta falan açabiliyorum ama pek etkili şutlar çıkartamıyorum ama onuda kullanabiliyorum yani. Bu kadar anlattığıma bakmayın meydanı boş buldum biraz anlatayım dedim sevgili dostlarım. Yoksa ben kaleciydim lisede olsun üniversite olsun hatta mahalle maçlarında bile geçerdim bazen ama mahalle maçlarında kalecilik en anlamayanın görevi olduğu için pek geçmeyi tercih etmezdim. Zaten o taşın toprağın içinde nereye uçuyorsun nereye atlıyorsun. Haydi atladın kendini dövdün atlarken zıplarken kime ne faydası var. Ben tribünlere oynayan adamımdır. Kendimi çok heba etmişimdir öyle. Üç tane alkış tutan kız gördüğüm anda içimdeki panteri salarım ortaya. Bir o yana bir bu yana atlar durur. Hele ki hafiften hoşlandığın bir kız varsa tamamdır. He-man olmak yerine atılgan olur çıkarım. bir keresinde hiç unutmam. Rakip takımla farkımız çift haneli rakamlara ulaşmış olduğu halde ben pervasızca şutları savuşturup fotoğraf çektirircesine toplara atlıyordum. Kenardan kızlar alkışlıyor durmadan bağırıyorlar ben de tabi bunu görünce daha bir gaza geliyorum. Maç biter bitmez o coşkulu taraftarıma koştum hemen tebrikleri aldım. Zaferin tadını çıkardım resmen. Daha sonra soyunma odasına gittiğimde takım olarak lan oğlum ne yaptın ya süpersin falan diyenlere aldırış etmedim. En yakın arkadaşım " Lan bırakın kızları görünce coştu ibne " ne maşlarını biliyorum ben onun diyerek konunun abartılmaması gerektiğini vurguladı.
Bu anlamsızca hareketlerim ertesi gün okula vardığımda sınıfta hala kızlar tarafından konuşuluyor olması beni ayrı bir sevindirdi. İnsan böyle topluluk tarafından alkışlanınca falan bir gaza geliyor sevgili dostlarım o gün bu gündür hiç o kadar bir kalabalık beni alkışlamadı. Neyse ertesi gün okula gittiğimde ne kadar konuşulsamda ayakta duracak halim yoktu Öğleden sonra gittim eve yattım. Resmen 5 kişi tarafından bir saat boyunca topla dövüldüğüm yetmezmiş gibi birde kendimi yerden yere vurmam beni çok yormuştu dostlarım.
Bu anlamsız hareketleri bir daha tekrarlamayacığıma söz verdim kendime zaten o maçtan sonra kızlar da gelmez oldu maçlara.

24 Şubat 2011 Perşembe

Çıksana

Ya işte öyle sevgili dostlar içime kaçan bir Coşkun Sabah bağırır durur. Aşığım sana doyamıyorum diye. Ne kadar kovsam da gitmiyor. Hadi o gitse udu kalıyor bu sefer udun başına Sinan Özen geçiyor. Nedir benim bu adamlardan çektiğim. Kafamda elektro gitar ile John Petrucci olması gerekirken ne işi vardı bu adamların. Bir türlü anlayamadım. Bu durumda ne yapılır onuda bilmem Coşkun Sabah dinleyen adam ne yer ne içer nerelere takılır hiç bilmem. Bende ortak nokta olarak her türden insanın gidebileceği simit sarayına gittim dostlarım kahvaltı yapmak için. Sanmayın ki her sabah kahvaltı yapan. Sağlıklı beslenen sporunu yapan biriyim.
İşte bu Ud kafamda çalmaya başlayalı sabahları canımı poğaça istetiyor. Akşamları sofra da rakı arar oldum.
Halbuki  o gitar sololar atılsa ben sadece yemekten sonra bir bira arayacak olmasa da bundan hayıflanmayacak bir bünyeye sahiptim. Ama olmuyor sevgili kamboçyalılar. Rakım olmayınca üzülüyorum. Akşamları artık benim için hüzün dolu olmaya başladı rakıyı da görmeyince hepten yıkılır oldum. Eve gelirken elinde siyah poşette gazeteye sarılı rakı alıp evine giden insanlar gözüme takılmaya başladı. Acaba onlar ne zamandır ud ile yaşıyordular.Gözüme takılanların hepsi bende yaşça büyüktüler muhtemelen evli 2 çocuk babası mutlu mesut yaşayan insanlardı. Rakıyı da hanıma teslime dip televizyon başına kurulan sonra bir duble içip yatan ucunu fazla kaçırmayan zevk alarak içen adamlardı. Ud la ne işleri olabilir ki. Ben ise akşam eve gidip televizyon bile izlemeyen bekar bir adamım. Geçen gece yine rüyamda denk geldi Coşkun. Coşkun diyorum artık çok samimiyiz. Neyse dedim "oğlum ne istiyorsun lan benden çıksana kafamdan şu udunu da al götür dert sahibi adam yaptınız lan beni bu yaşımda ben kuru kafa baskılı tişört giyen adamım sizinle ne işim olur" dedim. "Tamam abi ne kızıyorsun bizde ekmek parası peşindeyiz" derken uyandım.
Artık kulaklarımda yankılanan bir ud sesi yoktu sabah kalktım kahvaltı yapmadan sigaramı yaktım tıpkı eskisi gibi. Kahvaltı da yapmadım zaten.

23 Şubat 2011 Çarşamba

Kifayet et

Merhaba sevgili Angora'lılar.
Yazıma başlamadan önce sizleri çok selamlar ve çok sevdiğimi bilmenizi isterim. Sevgili dostlarım hikayemizin gelişimi çok komik olmasa da insanda bir tebessüm oluşturuyor. Şuh kahkahalar atıp koltuktan düşmenizi ben de çok isterdim ama şimdilik bir tebessüm kafi olsa gerek. Sözü uzatmayacağım fazla uzadıkça sıkılıyor insan biliyorum. Zaten ben hiç sözü uzatacak lafı ağzında geveleyecek adam değilimdir bilirsiniz.
Sevgili dostlarım akşamın gece olduğu saatlerde herkes evinde sobanın başında mandalinasını yerken ben işten çıkmış taksime doğru yürüyorum çok zamandır. Ama son zamanlarda kulağımda kulaklı hızlı adımlarla yürürken şunu fark ettim şarkıyı bende yüksek sesle söyleyip sanki klip çekiyormuşum havasında yürüyorum. Çok eğleniyorum geri dönüp tekrar yürümek istiyorum ama o kadar abartmıyorum tabi. Ama her şarkıya aynı yolda aynı şekilde yolda yürürken klip çekiyorum kafamda. Çektiklerimi izletme şansım olsa bana küfür edersiniz vallahi. Bir tane 20-25 yaşlarında genç bir adam kapşonlu montu ile yağmur sonrası ıslak kaldırımda yürüyor yandan arabalar geçiyor bu kadar basit. Ama bu senaryoya ben ne klipler çektim bir bilseniz. Norveçli kilise yakan gruplar ile TRT Ankara radyosundan ablalarımızı aynı klipte oynattım. Klibin sonunda genç otobüs durağında otobüsü beklerken sağda solda kızları kesmeye başlayınca yönetmen kesiyor tabi klibi.
Çok mutsuz oldum bugün sevgili dostlarım otobüste okumak için yanımda gezindirdiğim kitabın sonuna yaklaştığı fark ettim  sabah neyse akşam dönerken biter diye düşündüm. Akşam otobüsü beklerken durakta canım sıkıldı açtım kitabı okumaya başladım bir de baktım otobüs gelmeden bitti kitap. Bunu üzerine sigara yakayım bari dedim sigaramdan daha iki fırt almamla otobüsün gelmesi bir oldu. Sigaramı atıp otobüse bindim ve mal gibi oturup 45 dakika kafamı cama yaslayıp dışarı bakarak geldim eve. Ev ne güzel şey değil mi dostlarım eve geldim diyorsun hikaye orda bitiyor. Eve gelince hikaye bitiyor, iş bitiyor bazen de eve gelince sigara bitiyor o zaman biraz sinirleniyor insan bari yatayım diyorsun o zaman yatıp uyuyorsun ama yine de ev sonuçta.
Evet sevgili Dominik'liler  Bugün anlatacaklarım bunlardan ibaret. O kız beni terk etti evinde gitarın var mı gidelim öyleyse diyen Nejat Yavaşoğulları'na da selamlar saygılar.

19 Şubat 2011 Cumartesi

Not Defterine Dökülenler - 2

 " Not Defterine Dökülenler "  buradan devam ediyor.

30.10.2010
Şu an saat 15:51 ve ben düğün için erkenden çıkacağım. Çok ve çok mutluyum. 1 saat bile insanı ne kadar sevindiriyor. Kaldı ki o bir saatte hiç sevmediğim kuaför koşuşturmacasına gireceğim. Tiksinç! Nunuş bu gün parmağımdaki lamel çıktı. Oysaki 3 gündür o lamelle yaşadım ben, bu gün yeter artık dedim oradaysan çık dedim ve çıktı. Sanki bunu bekliyordu. Onunla konuştum ve acılarım bitti. Kolaymış meğerse. Konuştum, bitti, bit, bi, t, ....   Bak aklıma ne geldi? Ne geldi acaba, ne geldi. ( Bunu uzattım ki çatla diye:) ) Sende ağrıyan yerinle konuş he yunuş? Belkim o da geçer, belki oda konuşmak istediğindendir ağrısı içerde biyerde yalnız kalmıştır belki? Yalnızlık kötü çünkü bilion....
Ayrıca "yapma dedim yaptı gönül" (Dinlemezki it)
Browni Sepet.

23.11.2010
Şu an saat 14:15 ve ben sana acayip deli oluyorum. Yok yazdıkların deli saçmasıymış yok okumak istemiyormuşum falan filan bir ton alınganlık. Evet evet alınganlığın kuvvetli ! Yazdıklarının deli saçması olduğunu düşünmüyorum. Yazdıklarını okumayı istiyorum. Yazdıklarını merak ediyorum. Yazdıklarını takip etmek istiyorum. Fakat en az senin kadar miskinlik bu bünyede barındığından ve de eve gidip interneti bırak bilgisayarı açmadığımdan ne yazık ki takip edemiyorum. Bu arada aynen sana da böyle açık açık yazmak lazım yoksa basmıyor. ALİ ATA BAK ! Bundan sonra bu haline ali ata bak modu diyeceğim. Bir şeyi anlamayacak durumda olma hali. Neyse konumuza döneyim; olayın senin yazdıklarınla alakası yok seninle da alakası yok olay gayet benim kişisel çatışmam. Zira hiç sevmediğim bu of şimdi kim yapıcak bu işicilik halimin beni bile rahatsız ederken seni rahatsız etmesi gayet doğal. Bu durumda hatır için çiğ tavuk yenir ama off şimdi çiğ pos eti kim çiğneyecek zihniyetidir beni benden alan. Çiğ tavuk tüylü de yenir de dediğim gibi kim çiğneyecek... Velhasıl kelam iphone mevzunuda kendimi eleştirmek ve de hani istediğim ama alamadığım bir şey yaa. (bahane bulmak için söyledim) (Salaksın). ama sen iphonuda yazıları da, benim bunalımlarımı da mükerrem ablanın nohutlu ezogelin çorbası gibi yaptın. Değerlisin. Yazıların da değerli. Bunu Bil!
browni sepet

08.12.2010
Sevgili çok sevgili nunuş; Şu an saat 10:21 ve ben çok mutluyum! Neden? Çünkü sen yapıştırıcıyla ksileni karıştırıyorsun. İnanılmaz! Bu kadar zaman sonra onca çakallıklarından, kaytarmalarından, aman bananeciliklerinden sonra bu senin, benim için büyük bir adım. İnsanlık için küçük bir adım olabilir ama yemişim insanları. Acaba her insanın tadı farklımıdır? Mesela ben kesin tatlıyım (Çok tatlı yiyom ya! Bu mantıkla) acaba sen nasılsın? Öyle birden geldi aklıma. (sende %96 lık alkol gibi falansın)
browni sepet

04.01.2011
Şu an saat 16:19 ve yeni yılın ilk yazoso bugüne bu olaya kısmetmiş. Olay! Senin bu gün boş günündü ve bir tonda arşivin vardı. Benimde işim bitmişti ve sadece sana bile bırakabileceğim ( çünkü B ci sensin ve o sırada boş olduğun için yapmakla sen yükümlüsün) bir işi yapmak için seni çağırdım. Ki sende biliyorsun işe çağırmaktaki amacım işten çok beraber bir şey yapmak adına. Neden? Çünkü ben tek başıma kaldığımda sıkılıyorum. Ama sen naptın? Öf, pöf, tuf,... Sonra da bekledim gelmedin. Bende o an işi benim üzerime yığmışsın gibi hissettim böyle yalnız böyle mal böyle enayi gibi, Dedim ki kendi kendime nunuş bile işten kaytarıyor. Nunuş bile! Çünkü ben beklerdim ki sen, Ben söylemeden o düşünceliliği yapıp ben mevzuyu açmadan kendin yapasın. Şim di mevzu bu ve bu olay aynı dünkü olay gibi aslında çözümü çok basit, oluşumu saçma ama altında yatan başka şeyler var. O yüzden bu kadar kırıcı. Aramızda çıkar var sandım, hesap kitap var sandım. Doğru bildiğim hayata dair yanlışların arkadaşlık içinde doğru olmadığını sandım. Sandım ve sonra kırıldım. Sen bu yazıyı yazana kadar da umursamadın anlamadın sandım. diğerleri olmaman mı? diğerleri gibi acıtmaman mı? Hatta senin ki daha etkili oluyor, Çünkü sen dostsun unutma tamam mı? Velhasıl kelam madem bütün "g"lere şapka koyuyorsun bundan sonra ğülden diyelim.(tüylü Şapka). Saat 6 olmuş ama başladığımda 3,4,5,6 farketmez. bugün browni koktu, yanık browni gerçekten neremi yaktım ben?
sepet.

16 Şubat 2011 Çarşamba

Hayli Yorgun Bir Hayal

Bir çardağın gölgesin serin bir yaz günü. Gün batarken yorulan bedenim. Uykuya dalmak isterken gözlerimi kapatınca. Sen geliyorsun aklıma. Neredeydin kim bilir. Belki bir akşam yemeğine söz vermiş ona hazırlanıyorsundur. Ya da bir arkadaşın evleniyordur da sen düğüne gidiyorsundur ve hayaller kuruyorsundur. Kim bilir? Oturmuş televizyonda sevdiğin diziyi izlerken hayale dalıyorsundur.

Hayallerdesindir umarım. Ben hep oradayım kapayınca gözlerimi dalıyorum hemen hayallere. Seni orada buluyorum hep. Ne bir akşam yemeğinde, ne bir düğünde, ne de evde televizyonun karşısında bulamadığım seni. Her zaman var olan hayallerimde buluyorum.

Derin bir ah çekiyorum içim yanıyor. Havalar sıcak bunalıyorum. Uykum kaçıyor yine.

Seni görsem tanır mıyım acaba? Yüzünü hatırlayabilir miyim? Gözlerin ne renkti? Ya saçların? Seni görünce ne yaparım bilemiyorum. Korkar mıyım? İnanır mıyım karşımdakinin sen olduğuna?

Haydi çık gel hayallerimden. İnanmak istiyorum sana. Görmek istiyorum seni ve korkmuyorum senden.

15 Şubat 2011 Salı

Hangi Yanım Ne Yönde?



Bir yanım eksik,bir yanım kayıp.

Ne yanımda kim neden duruyor.

Ben ne yandayım?

Yanım yönüme durmuş,

İstikametim belli olmuş.

Kayıp yanımda yönüm sen olmuşsun.

Sen kaybolmuş bana yön bulmuşsun.

Benim yönüm kaybolmuş.



Bekle...

"Bir mektup göndereceğim sana umarım beğenirsin." dedi ve kayboldu gitti. Son sözleri bunlardı. Gidişi anlamsızdı benim için gelmeyişi de. Sıkılırım senin yazdıklarını sensiz yaşamaktan. Korkarım bilirsin. Çok uzun yazma okuyamam.

Beklemiyordum senden ne bir haber ne de bir mektup. Neden diye sormama izin verseydin. Hep sorarım ya yine sorsaydım. Beklemediğim bir anda beklemediğim yerde buluyor mektubun beni. Çok uzun yazmışsın. Okuyamam demiştim sana bu son olsa da okuyamam. Okusam bile sen olmayacaksan ne faydası var. Sormama müsaade etmediğin sorularımın yanıtlarını yazdığını söylemişsin en başta. Artık sorularım yok onları da götürdün giderken.

Sorulmayan sorulara cevaplar mı vereceksin. Beklemiyorum senin cevaplarını.

Ama sen ısrarla Bekle! diyorsun ya. Sorularım bekler ben beklerim ama sen neden
beklemezsin kaçarsın.





12 Şubat 2011 Cumartesi

Baba yorgun

Miskin yorgun düştü, zaten hep yorgundu ya ama olsun bu sefer yorgunluğunun yaşamak gibi bir amacı var. Ne desek boş, e o zaman söyleyecek bir şey yok demektir.

En azından yaşıyoruz be abi bu da bir olaydır yani

7 Şubat 2011 Pazartesi

Bunalım

Başlığı görünce ne bunalımı yine adam hep bunalım bu ne lan diyecek olursanız. Yoo öyle değil be.

Dinleyin o zaman




1969 yazında gitarda Aydın Çakus, basta Ahmet Güvenç, davulda Hüseyin Sultanoğlu kadrosuyla Cem Karaca’nın prodüktör ve menajerliğinde kuruldu.

Türk Rock tarihinin underground müziğe yönelik çalışmalara girişen en ünlü gruplarından biri olan Bunalım’ın ilk 45’liği yukarıda bahsettiğim kadroyla kaydedilen Taş Var Köpek Yok / Yeter Artık Kadın’dır. Aslında bu plak grubun konserlerde bu bahsettiğim türdeki çalışmalara yöneldiğinin plağa aktarılmış ilk ve tek örneği. Dönemin koşullarından dolayı genel olarak daha çok anadolu rock tarzında çalışmalar yapıp bunları plağa aktarmak zorunda kalan grubun konser repertuarının daha çok batı ağırlıklı olduğunu dönemin Hey, Ses ve Diskotek gibi dergilerini yakından takip etmiş olanlar ya da grubun konserlerine gitmiş olanlar fark etmişlerdir.

Grubun ilk 45’liği Taş Var Köpek Yok / Yeter Artık Kadın’da, 1960’ların ikinci yarısında Amerika Birleşik Devletleri’nde oldukça popüler hale gelmiş ve müzisyenlerin sert sound arayışları ve özgürlükçü düşünceleri üzerine kurulu bir tür olan garage rock’ın özellikleri görülüyor. Milattan sonra 500’lerde yazılmış bir şiir olan taş var köpek yok’u Aydın Çakus bestelemiştir. 45’liğin B yüzü parçası yeter artık kadın ise söz ve müziği Iron Butterfly’ın «Get Out Of My Life Woman» adlı parçasının sözlerinin Cem Karaca tarafından Türkçe’ye çevrilmiş bir aranjmanıdır.

Grup, 1970 yılında Hüseyin Sultanoğlu’nun Cem Karaca’nın Kardaşlar’ına geçmesi üzerine davula Nihat Örerel’i alarak ikinci kadrosunu kurmuş ve çalışmalarına devam etmiştir. Bunalım, kadrosu 70’ler boyunca birçok değişikliğe uğramış bir gruptur. Grubun önemli bir özelliği Türk Rock piyasasına bir çok müzisyen yetiştirmiş olmasıdır. Müzikal kariyerini daha sonraki dönemlerde başka gruplarda yapmış dönemin birçok önemli müzisyeni profesyonel müzik hayatına bu grupta başlamıştır. Buna verilecek en güzel örneklerden birisi 1999 kışında yitirdiğimiz Türk Rock müziğinin yüz aklarından Barış Manço’nun grubu Kurtalan Ekspres’in çok uzun sürelerden beri basçılığını yapmış ve Türkiye’nin «Kurtalan Ekspres’in basçısı olarak» tanıdığı Ahmet Güvenç’in müzikal yaşamına Bunalım’da başlamış olmasıdır. Bu konudaki en önemli diğer iki örnek ise Nihat Örerel ve Hüseyin Sultanoğlu’dur. Müzik hayatına Bunalım’da başladığında deneyimsiz bir davulcu olan Nihat Örerel müzisyenliği bu grupta ilerletip 1974 yılı civarlarında Erkin Koray’ın arkasındaki değişmez elemanlardan olmuş hatta Erkin Koray’ın iki önemli şarkısına (Krallar,Şaşkın) imzasını atmıştır. Nihat Örerel gibi müzikal hayatına bu grupta başlamış bir davulcu olan Hüseyin Sultanoğlu, Bunalım’dan ayrıldıktan sonra müzikal kariyerini Cem Karaca,Kardaşlar grubunda sağlamlaştırmış, Karaca’nın daha sonraki grubu Dervişan’ın ilk kadrosunda da yer almıştır. Cem Karaca Dervişan’ın en ünlü parçalarından bir olan Tamirci Çırağı’nda davulu Sultanoğlu çalmaktadır. Bu grupta yetişmiş diğer iki önemli müzisyen ise dönemin önemli Anadolu Rock gruplarıKardaşlar’da uzun süre davul çalmış olan Cengiz Teoman ve Dadaşlar’ın ilk dönem davulcusu Mehmet Gözüpek’dir.

Bunalım (ki, Bunalımlar, Bunalım, Grup Bunalım gibi adlarla anıldılar) sonrada Türkiye’nin en iyi müzisyenleri olacakları, barındırdı bünyesinde. Erkin Koray & Yeraltı Dörlüsü’yle amansız savaşları vardır hafızalarda. Hatta rekabet konserleri bile verdiler. Maalesef, ben Bunalımlar’dan yana olmama rağmen Erkin Koray & Yeraltı Dörlüsü kazandı bu yarışı. En azından seyirci sayısı olarak.

Daha sonra 1972 yılında, grubun iki elemanı Erkin Koray’la Ter adlı 45’liği yaptılar. Zamanla dönemin yükselen değeri folk akımından etkilenip bu yöne kaydılar. Ancak, bu durum kurucu eleman Aydın Çakuş’u rahatsız etmiş ve müziğe ara vermesine kadar gitmiştir








Kim Nerede Ne Yapıyor:

*Aydın Çakus: Kaliforniya’da yaşamını sürdürüyor. Bir ara Fear Nature isimli oğlununda olduğu grubun gitaristliğini yaptı.
*Hüseyin Sultanoğlu: Kanada’da yaşıyor. Ne yaptığına dair bir bilgi yok.
*Ahmet Güvenç: Kurtalan Ekspres’in basçısı. Halen Kurtalan Ekspres’te ve Erkin Koray ile çalışmalarını sürdürüyor.
*Nihat Örerel: Yeni Zelanda’da profesyonel davulculuğa devam etmekte.
*Berç Yenal: Profesyonel olarak gitaristliğe devam etmekte. Şu sıralar Nilüfer’in konserlerinde ve kayıtlarında gitaristlik yapıyor.
*Nur Yenal: New Jersey’de profesyonel davulculuğa devam etmekte.
*Melik Yirmibir: New York’da profesyonel müzisyenliğe devam etmekte.
*Cengiz Teoman: İstanbul’da yaşıyor ve profesyonel caz müzisyeni olarak davulculuğa devam ediyor.